Siteyi tavsiye et Ana sayfam yap Favorilere ekle

27 Ağustos 2012 Pazartesi

Cömertlik İmtihanı (Kıssadan Hikaye)


Yemen hükümdarı, oldukça cömert idi. İhsanları her yere yayılmasına rağmen, Hatim-i Tai’nin cömertliğinden bahsedilmesine tahammül edemez. Sarayında herkese büyük bir ziyafet verir. Zengin fakir herkes yer. Halkın, (Hükümdarın ziyafeti ne kadar muhteşem oldu, neredeyse Hatime yaklaştı) dediğini duyunca, Hatim sağ kaldıkça, cömertlikte birinci olmasına imkan olmadığını anlar, onu öldürtmeye karar verir. Çok güçlü bir genç bulup eline yirmi altın verir. İşi bitirince de, yirmi altın daha vereceğini söyler.
Genç, sora sora Tay kabilesine kadar gelir. Güler yüzlü, kendisi gibi yiğit bir gençle karşılaşır. Bu sevimli genç (Hoş geldin yiğit. Çok yorgun olduğunu anlaşılıyor. Bu gece misafirim ol!) diyerek evine götürür. Gece, misafirine çok ikram ve ihsanda bulunur. Sabah olunca, misafir gitmek isteyince, birkaç gün daha kalmasını ısrar eder. Misafir der ki:
- Çok önemli bir işim var. Bir an önce gitmem gerekir.
İyilik ve hizmet etmekten zevk duyduğu anlaşılan ev sahibi der ki:
- İşin nedir, sana acaba bir yardımım dokunabilir mi?
- Ey asil kişi, sen çok cömertsin, iyilik seversin, senden sır çıkmayacağı belli. Hatim isimli birini arıyorum. Acaba tanıyor musun?

Devamını Oku

İmam-ı Â'zam Hazretlerinin Tesbih Duası


İmam-ı Â'zam Hazretlerinin gece gündüz dilinden düşürmediği rivayet edilen meşhur tesbih duası şöyledir: 
"Subhâne'l-ebediyyi'l-ebed. Subhâne'l-vâhidi'l-ehad. Subhâne'l-ferdi's-samed. Subhâne râfi's-semâi bi-gayri amed. Subhâne men beseta'l-arda alâ mâin cemed. Subhâne men haleka'l-halka fe-ahsâhüm aded. Subhâne men kaseme'l-erzâka ve lem yense ehad. Subhânellezi lem yettehiz sâhibeten, vela veleden. Subhânellezi lem yelid ve lem yûled ve lem yeküllehû küfüven ehad. Subhâne men yerânî ve ya'rifü mekânî ve yerzukunî velâ yensânî... " 
"Ebed ve ebedî olan Allah'ı tesbih ederim. Bir ve tek olan Allah'ı tesbih ederim. Tek ve herşey kendisine muhtaç olan Allah'ı tesbih ederim. Semayı direksiz yükselten Allah'ı tesbih ederim. Yeryüzünü donmuş su üzerine yayan Allah'ı tesbih ederim. Mahlukatı yaratan ve onları çeşitlendiren Allah'ı tesbih ederim. Rızkı taksim eden, hiçbir canlıyı unutmayan Allah'ı tesbih ederim. Eş ve çocuk edinmeyen Allah'ı tesbih ederim. Doğurmamış, doğrulmamış ve hiçbir şey de kendisine denk olmayan Allah'ı tesbih ederim. Beni gören, yerimi bilen, beni rızıklandıran ve beni unutmayan Allah'ı tesbih ederim."
Devamını Oku

17 Ağustos 2012 Cuma

Seher Vaktinin Fazileti


Ebû Hüreyre -radıyallahu anh-den rivâyete göre Nebiyy-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz şöyle buyurmuşlardır;
"Rabbimiz Tebâreke ve Teâlâ her gece, gecenin son üçde biri kaldığı sırada dünyâ semâsına nüzul eder ve şöyle buyurur: '' Bana duâ eden var mı, duâsına icabet edeyim? İstediğini vereyim. Bana istiğfar eden var mı, onu mağfiret edeyim? 
Bu hadîs-i şerîf, gecenin son üçde birinin vakti icabet olduğuna büyük müjdelerle beraber delâlet etmektedir.
"Gece yarısında semânın kapıları açılır ve bir münâdî şöyle seslenir: "Hiç duâ eden var mı, icâbet olunsun, bir şey isteyen var mı verilsin, bir sıkıntıda olan var mı kurtarılsın. Her hangi bir duâ ile duâ eden hiç bir müslüman yoktur ki Allah Teâlâ ona icabet etmiş olmasın. Ancak şehveti için koşan zinâkâr kadınla ayyaş ve işret ehli müstesna. " 
"Gecede bir saat vardır. Müslüman bir kulun dünyâ ve âhiret işinden istediği her hangi bir hayır varsa ve duâsı o saate gelirse muhakkak Allah ona dileğini verir. Bu her geçe vardır. " 
"Saatlerin efdali gecenin son kısmıdır." 
Üç kişi vardır ki onlar İblis'den ve askerlerinin şerrinden masûndurlar:
1- Gece ve gündüz Allah'ı çok zikredenler,
2- Seher vakitlerinde istiğfar edenler,
3- Allah'ın haşyetinden ağlayanlar." 
Devamını Oku

Tefekkür Ne Demektir ve Nasıl Yapılır ?

Tefekkere fiili, üç harfli olan “fekere” fiilinden türemiştir. Fekere kök fiili ve ondan türemiş olan tefekkere, efkere, fekkere ve iftekere fiilleri aynı anlamdadırlar. Tefekkürün zıddı, fikirsizlik ve düşüncesizlik demektir. 
    Tefekkür, insana mahsus bir özelliktir. İnsan, tefekkür sayesinde diğer varlıklardan ayrılır ve üstün olur. Tefekkür ancak kalpte tasavvuru mümkün olan şeyler hakkında yapılabilir. Onun için, ALLAH’ın yarattığı varlıklar hakkında tefekkür mümkündür. Fakat ALLAH’ın zatı hakkındaki tefekkür mümkün değildir. Çünkü ALLAH hiç bir şekilde suret olarak vasıflandırılamaz ve şekil olarak hayal edilemez (el-İsfahânî, el-Müfredât, İstanbul 1986, 578). 
        Hz. Muhammed (s.a.s)’e en çok etki eden ayetlerden biri, tefekkürle ilgilidir. İki kişi Hz. Âîşe (r.a)’ı ziyaret etmişler. Onlardan biri, “Hz. Muhammed (s.a.s)’de gördüğünüz etkileyici bir şeyi bize anlatır mısınız?” deyince, Hz. Âîşe (r.an) şöyle demiştir: 
     “Resulullah (s.a.s) bir gece kalktı, abdest alıp namaz kıldı. Namazda çok ağladı. Gözlerinden
Devamını Oku

Hazret-i Hafsa Radiyallahu Anhâ Kimdir ?

Hazret-i Hafsa radiyallahu anhâ Hz. Ömer (r.a)’in kizi... Bilgili ve kültürlü, irâdesi kuvvetli, sadakat sahibi bir Islâm hanımefendisi... O devirde okuma-yazma bilen pek ender, kültürlü kadınlardan... Üçüncü hicri yılda Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin aileleri arasına katılarak mü’minlerin annesi olma şerefini elde eden bahtiyarlardan...
O, Mekke’de Peygamberlik gelmezden (Bi’set’ten) beş sene önce doğdu. Babası, Islâm tarihinde adâletiyle ün salan, ikinci halife Hz. Ömer (r.a)dir. Annesi Zeynep, Osman ibni Maz’ûn (r.a)’in kız kardeşidir. Babası ile birlikte Mekke’de müslüman oldu. Ashab’tan Huneys ibni Huzâfe (r.a) ile evlendi. ilk müslümanların safında yer alan bu bahtiyar kari-koca birlikte önce Habesistan’a, daha sonra Medine’ye hicret etti.
Huneys (r.a), Abdullah ibni Huzâfe (r.a)’in kardeşidir. Bedir ve Uhud gazvelerine iştirak etmiştir. Her iki gazvede de kahramanca çarpisti. Uhud savasinda ciddi sekilde yaralandi. Medine’ye dönüldüğünde şehadet şerbetini içti. Hazreti Hafsa (r.anhâ) genç yasta dul kaldi.Hz. Ömer (r.a) kizinin dul olarak kalmasına gönlü râzi degildi. Biran önce onu evlendirmeliydi.  Bir baba olarak Hz. Ömer (r.a) da kızının iyi bir kimse ile evlenmesini arzu ediyordu. Bunun için düşündü, taşındi ve onu Hz. Osman (r.a)’a nikâhlamaya karar verdi. Hz. Osman da o sırada dul kalmıştı. Hanimi

Devamını Oku

16 Ağustos 2012 Perşembe

Ramazan Bayramının Anlam ve Fazileti

Ramazan ayı bittiği için değil, günahlarımız affolduğu için, büyük sevap ve nimete kavuştuğumuz için bayram yapıyoruz.
      Onbir ayın sultanı olan Ramazan ayını bir ganimet bilip, bu fırsatı iyi değerlendirmeye çalıştık.  Güzel vatanımıza, asil milletimize elimizden geldiği kadar hizmet etmeye gayret ettik. Milletimizin birliği, vatanımızın dirliği, İslâm âleminin huzur ve sükunu ve bütün insanlığın da hidayeti için duâlar ettik.
        Ramazan kelimesi yanmak demektir. Çünkü bu ayda oruç tutan ve tevbe eden Müslümanların günahları yanar, yok olur. Bundan dolayı da Müslümanlar bayram yaparlar. Her yıl, Ramazan ayında Müslümanların günahları af edildiği için sevinirler.
    Bayramların cemiyet hayatımızda çok özel bir yeri vardır. Çocuklar, gençler, olgunlar ve yaşlılar grup grup câmilere doluşurlar, büyük bir huşû içerisinde namazlarını edâ ederler. Bayram namazından sonra bütün Müslümanlar birbirlerinin bayramlarını tebrik ederler, daha sonra aile büyükleri, eş-dost, akraba ve komşuları ziyaret ederek, büyüklerin ellerini öpüp duâlarını alırlar. Bayramlar sevgi ve saygının artmasına vesile olur. Bayramlarımızdaki güzel âdetlerimizden biri de, yetimler, fakirler, garipler ve çocukların sevindirilmesi, yardıma muhtaç kimselere yardım ellerinin uzatılması, ictimâi yardımlaşma ve dayanışmanın tezahür etmesidir.
         Dini bayramlar, milletimizin birlik ve beraberliğine ve dargınların, küskünlerin barışmasına vesile olduğu gibi, ölülerimizin bile sevinmelerine sebep olmaktadır. Çünkü kabirler ziyaret edilmekte, ruhlarına Fâtiha, diğer sûre ve duâlar gönderilmektedir. Bütün dünyada din ve diyânetlerini, ırz ve namuslarını, vatan ve memleketlerini, can ve mallarını müdafaa ederken şehit düşen, bayrama yetişemeyen Müslümanlar da unutulmamakta, onlar için de Kur’ân-ı kerîm okunup ruhlarına gönderilmektedir.
Allahü teâlâ, necip milletimizin ve bütün Müslümanların sıhhat ve afiyet içerisinde nice bayramlara kavuşmasını nasip buyursun.
                                                       Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:
(Bayram sabahı Müslümanlar, namaz için câmilerde toplanınca, Allahü teâlâ, meleklere; “İşini yapıp ikmal edenin karşılığı nedir?” diye sorar. Melekler de; “Ücretini vermektir.” derler. Allahü teâlâ da; “Siz şahit olun ki, Ramazandaki oruçların ve namazların karşılığı olarak kullarıma kendi rızamı ve mağfiretimi verdim. Ey kullarım, bugün benden isteyin, izzet ve celâlim hakkı için istediklerinizi veririm.” buyurur.)
Peygamber efendimiz; “Ramazanın son günü Allahü teâlâ, oruç tutanları affeder.” buyurunca, Eshâb-ı kirâm; (Yâ Resûlallah, o gün Kadir Gecesi mi?) diye suâl etti. Peygamber efendimiz buyurdu ki:
“Bilmez misiniz ki; iş yapana, işi bitirince ücreti verilir.”
Bu mükâfatları bilen bir Müslüman nasıl sevinmez ve bayram etmez ki? Bayram günleri sevinmek, neşelenmek gerekir.
Hadîs-i şerîfte; “Allahü teâlâ, Ramazanda dört sınıf insan hariç, herkesin günahlarını affeder. Bunlar; içki içmeye devam eden, ana-babasına âsi olan, sıla-i rahmi terkeden, mümin olmaktan ümidini kesendir.” buyuruldu. Eğer bunlar tevbe ederse, Allahü teâlâ günahlarını affeder...

Devamını Oku

13 Ağustos 2012 Pazartesi

Hz. ÜMMÜ EYMEN R.A. KİMDİR ?

ALLAH Rasulü’nün “Annemden sonra annemdir.” dediği örnek bir hanım. Peygamber sevgisi ile dolu bir yürek. Sadakat ve şefkat ile süren bir ömür:..
Efendimiz A.S.’ın doğumundan vefatına kadar yanından hiç ayrılmadı. 
Henüz altı yaşında olan ALLAH Rasulü Medine yollarında... Hz. Âmine ve biricik yavrusu Medine’ye, akrabalarını ziyarete gidiyorlar. Ziyaret bittikten sonra da sadık hizmetçileri (Hz. Ümmü Eymen )ve annesi ile birlikte Mekke’ye dönüyorlar. Yol üzerindeki Ebva mevkiinde Hz. Âmine hastalanıyor ve vefat ediyor. 
Şairin,Ey Ebva’da yatan ölü,Bahçende açtı dünyanın en güzel gülü
dediği Hz. Âmine’den sonra, ALLAH Rasulü’nün babasızlığına annesizlik de eklenmişti.
Silinmeyen İzler
Annesinin vefat ettiği bu yolculuk, Efendimiz A.S.’ın hayatında unutamayacağı kadar derin izler bırakmıştı. Hicretten sonra Medine’de ikâmet ederken, “Burası validemin ikâmet ettiği yerdir. Yüzme öğrendiğim havuz bu idi. Burada Enise’nin kızı ile oynuyordum.” demişti.
Hatırasından silinmeyen birşey daha vardı: Üzüntülü olduğu ve yalnız kaldığı o zaman O’nu bağrına basan, teselli eden dadısı Hz. Ümmü Eymen... Rasulullah’ı dedesi Abdulmuttalib’e götürüp teslim eden de oydu.
Bu vefakâr dadının asıl adı ‘Bereke’ idi. O, Kâinatın Efendisi’nin doğuşuna şahit olmuş birisi olarak, küçüklüğünden vefatına kadar O’nun hizmetinde bulunmuştu. Dolayısıyla peygamber oluşuna da şahit olmuştu.
O Bırakılabilir mi?

Devamını Oku

Kadir Gecesi Anlam ve Önemi


Kadir Gecesi, Ramazan-ı şerîf ayı içinde bulunan ve Kur'ân-ı kerîmde methedilen en kıymetli gecedir. Âyet-i kerîmede buyuruldu ki: “Kadir Gecesi, bin aydan hayırlıdır.” Kur’ân-ı kerîm, Resûlullaha bu gece gelmeye başladı.
Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
“Allahü teâlâ indinde en kıymetli gece, Kadir Gecesi’dir.”
“Kadir Gecesi’nde bir defa, Kadir sûresini okumak, başka zamanda Kur'ân-ı kerîmi hatmetmekten daha sevaptır. Bu gece koyun sağma müddeti kadar namaz kılmak, ibâdet etmek, bir ay her geceyi ibâdetle geçirmekten daha kıymetlidir.”
“Kadir Gecesi'ni, inanarak ve sevabını bekleyerek ihyâ edenin, geçmiş bütün günahlarını Allahü teâlâ mağfiret eder.”
Peygamber efendimiz, Kadir Gecesi’nde şu duayı okurdu, “Allahümme inneke afüvvün kerîmün tühıbbül afve fa'fü annî.” duâsını okumayı bildirmiştir.
Mânâsı şöyle: “Yâ Rabbî! Sen elbette affedicisin, affı seversin, beni de affeyle!”

Bu geceyi ihyâ için; kazâ namazı kılmalı, Kur'ân-ı kerîm ve ilmihâl okumalı, duâ ve tevbe etmeli, sadaka vermeli, Müslümanları sevindirmeli, bunların sevaplarını ölü diri bütün Müslümanlara göndermelidir.
Devamını Oku

FITRA VERMEK


      İhtiyacı olan eşyadan ve borçlarından fazla olarak, zekât nisabı kadar malı, parası bulunan Müslümanın fıtra vermesi vacip olur. Fıtra, zekât alması, haram olur. Fıtra nisabına katılacak malın ticaret için olması şart olmadığı gibi, elinde bir yıl kalmış olması da gerekmez. Nisaba malik değilse fıtra vermesi vacip olmaz, fakat vermesi iyidir.
Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
“Ramazan orucu, gökle yer arasında durur. Sadaka-i fıtr verilince yükselir.” 
[Ebu Hafs]
“Sadaka-i fıtr, oruçlunun, uygunsuz sözlerinden hâsıl olan günahları temizler.”  
[Beyheki]
“Sadaka-i fıtr, zenginlerinize bir tezkiyedir. Fakirleriniz de verirse, Allahü teâlâ onlara daha çoğunu verir.” [Ebu Davud] Tezkiye, temize çıkarma, temizleme demektir.
“Sadaka-i fıtrı, küçük büyük, zengin fakir herkesin vermesi gerekir.”
[Ebu Davud]
Diğer üç mezhepte, bir günlük yiyeceği olanın fıtra vermesi farzdır.
Dinen zengin olmayan herkes, fıtra, zekât alabilir. Sadaka-i fıtr, Ramazan-ı şerîfte verilir. Ramazandan önce ve bayramdan sonra da vermek caizse de, bayram namazından önce verilmiş olması daha çok sevaptır. Şafii’de Ramazandan önce verilmez. Bayramdan sonraya da bırakılmaz.              Hastalık gibi herhangi bir özürden dolayı oruç tutamayan kimsenin de, zenginse fıtra vermesi gerekir.
    Ana babaya, dedeye, büyük anneye, evlâda, toruna, hanıma ve kâfire fıtra verilmez. Fakir olmak şartıyla geline, damada, kayınvalideye, kayınpedere, kayınbiradere, üvey çocuğa fıtra verilir. Hala, amca, dayı, teyze gibi akrabaya fıtra vermek daha çok sevap olur. İmameyne göre, borçlu ve fakir kimseye, hanımı fıtra verebilir. [Mevkufat]
       Fıtra olarak; 1750 gr buğday veya buğday unu, 3,5 kilo arpa, hurma veya kuru üzüm verilir. Bunların kıymeti kadar altın veya gümüş de verilebilir.
Devamını Oku

Namaz Nasıl Kılınmalı ?

Huşu, 'saygı dolu korku' anlamına gelir. Namazı huşu içinde kılmak ise Yüce Rabbimizin huzurunda O'nun heybet ve azametini kalbimizde hissederek, O'na saygı dolu bir korku besleyerek bu ibadeti yerine getirmektir. Namazda, Alemlerin Rabbi olan Allah'ın huzurunda durduğunun bilincinde olan bir mümin, elbette ki bu güçlü heybet ve korkuyu içinde yaşayacak ve Allah'a bu korkusu ve saygısı ölçüsünde yakınlaşacaktır.
Kur’ân-ı Kerîm’de Cenâb-ı Hakk’ın namaz ile alâkalı beyan buyurduğu emirler «Namaz kılın!» şeklinde değil:
“Namazı dosdoğru kılın!” şeklindedir.
Dosdoğru kılınan namaz, mü’mini nefsânî temâyüllerin girdabına düşmekten kurtaran, vecd hâlini yaşatan çok faziletli bir ibâdettir. 
        Âyet-i kerîmede buyurulur:
“Namazı devam üzere kıl! Gerçekten namaz, fahşâdan, yâni çirkinlik, edebsizlik, fuhşiyyat ve münkerden; aklın ve dînin beğenmeyeceği uygunsuzluk ve günahtan meneder.” (el- Ankebut, 45)
         Namazın kötülüklerden alıkoyması, hem namazdan evvel, hem namaz esnâsında, hem de namazdan sonrasını ihtivâ eder. Eğer namaz kılan kimsede böyle bir muhâfaza görülmüyorsa, o gerçek mânâda musallî değildir. Böylelerinin namazları hakkında 
         Peygamber Efendimiz imanı, İslam’ı ve ihsanı tanımladığı bir hadisi şeriflerinde şöyle der:; "İhsana gelince o, Allah’ı görüyor gibi ibadet etmendir. Sen Onu görmüyor olsan da O seni görüyor ya!". Allah’ın huzurunda, Onunla konuşuyor ve adeta Ona tekmil veriyor gibi kılınmayan bir namazın faydası sadece, borcun üzerinden düşmesinden ibaret olabilir. Böyle bir namaz insan için MIRAÇ olamaz ve insan üzerinde müspet etkisini gösteremez.
Bu sebeple namazda dikkat edilmesi gereken en ehemmiyetli husus, hiç şüphesiz huşû hâlidir.

Devamını Oku