Siteyi tavsiye et Ana sayfam yap Favorilere ekle

28 Mayıs 2012 Pazartesi

Hz. Fatıma’dan Kırk Hadis

Share
1- “Kim halis  ibadetini Allah’a doğru çıkarırsa, Allah Teala, en iyi maslahatını ona indirir.”
2- “Biz (Resulullah’ın Ehl-i Beyt’i) Allah’ın yaratıkları arasında vesilesi, seçkin kulları, kutsal odakları, açık delilleri ve göndermiş olduğu Peygamberlerin varisleriyiz.”
3- “Gerçek mutlu, Ali’yi hayatında ve ölümünden sonra seven kimsedir.”
4- “Mümine karşı güler yüzlü olmak insana cenneti kazandırır, zalim sapıklara karşı güler yüzlü olmak ise insanı cehennem ateşine sürükler.”
5- “Sizin en iyiniz, büyüğüne karşı daha yumuşak davranan ve hanımlar için daha şefkatli ve bağışlayıcı olanınızdır.”
6- “Kadınlar için daha hayırlı olan; erkekleri görmemeleri, erkeklerin de onları görmemeleridir.”
7- “Kadının Rabbine en yakın olduğu an, evinin içinde olduğu andır.”
8- “Sürekli annenin hizmetinde ol. Çünkü cennet onun ayakları altındadır.”
9- “Dünyanızdan üç şey benim için sevimlidir: Allah’ın kitabını (Kur’an’ı) okumak, Resulullah’ın (s.a.a) yüzüne bakmak ve Allah yolunda infak etmek.”
10- “Oruç tutan, dilini, kulağını, gözünü ve diğer organlarını haramdan korumazsa, o tuttuğu oruç ne derdine değer ki!”

11- Sofranın, her Müslüman’ın tanıması gereken on iki adabı vardır. Bunlardan dördü farz, dördü müstehap, dördü edeptendir.
Farz (gerekli) olanlar şunlardır: Nimetin asıl sahibini tanımak, vermiş olduğu nimete razı olmak, yemekten önce onu anmak (bismillah demek), yemeğin başında ve sonunda O’na şükretmek.
Müstehap olanlar da şunlardır: Yemekten önce abdest almak, sol taraf üzerine oturmak, oturarak yemek, üç parmakla yemek.
Edepten olanlar da şunlardır: Önünde olandan almak, lokmaları küçük tutmak, yemeği iyi çiğnemek, yemekte başkalarının yüzüne az bakmak.”
12- Hz. Hasan (a.s) annesi hakkında şöyle demiştir: “Annem Fatime’nin bir Cuma gecesi, kendi mihrabında sabaha kadar rüku ve secde (ibadet) halinde olduğunu, mümin erkek ve kadınların ismini birer- birer anarak çok dua ettiğini, fakat kendisi hakkında hiç dua etmediğini gördüm. Bunun üzerine anneme: “Anne, neden başkaları hakkında dua ettiğin gibi kendi hakkında dua etmiyorsun?” dedim. Şöyle cevap verdiler: “Yavrum! Önce komşu sonra insanın kendisi.”
13- Bir kadın Hz. Fatıma (a.s)’ın huzuruna gelip: “Benim zayıf bir annem vardır, namazda bilmediği bir şeyle karşılaşmış, cevabını öğrenmem için beni size gönderdi.” dedi. Hz. Fatıma (a.s) onun sorusunu cevaplandırdı. O ikinci bir soru sordu. Hz. Fatıma onu da cevaplandırdı. Sonra üçüncü bir soru sordu; böylece on kez sordu ve cevaplarını aldı. Sonra çok soru sorduğundan: “Size fazla zahmet vermiş olmayayım ey Allah’ın Resulünün kızı” dedi. Hz. Fatıma (a.s): “Sormak istediğin ne varsa sıkılmadan sor. Acaba ağır bir yükü bir gün boyunca damın üzerine çıkarmak için bin dinar karşılığında kiralanan adama yapacağı iş zor gelir mi?” diye sordu. Kadın; “Hayır, gelmez” dedi. Hz. Fatıma (a.s) şöyle devam etti: “Ben senin her sorunun cevabını yanıtlama karşılığında yerle arşın arasını dolduracak inciden daha fazla bir mükafatla mükafatlandırılacağım. Bu nedenle bu iş bana asla zor gelmemelidir.”
14- “Allah’ım! Verdiğin rızka kani eyle beni, ayıplarımı ört, yaşattığın sürece afiyet ver bana, bağışla beni. Canımı aldığında acı bana, bana rahmeyle. Allah’ım! Bana mukadder kılmadığın şeyi elde etmek için beni yorma (uğraştırma beni); bana mukadder kıldığın şeye ulaşılmasını kolaylaştır.
Allah’ım! Benim için baba-anamı ve üzerimde hakkı olan herkesi en iyi mükafatınla mükafatlandır. Allah’ım, bütün vakit ve çabamı yarattığın gaye doğrultusunda sarf etmemi sağla, bana vereceğini üstlendiğin şeyi elde etmek için çaba sarf etmekle meşgul etme beni, mağfiret diliyorum senden, (öyleyse) beni cezalandırma, ben senden istiyorum (öyleyse) beni mahrum bırakma.
Allah’ım! Nefsimi bana küçük göster, kendi makamını benim nazarımda büyült; itaatini, senin rızanı kazandıracak şeyleri yapmayı ve seni gazaplandıracak şeylerden uzak durmayı ilham eyle bana; ey merhametlilerin en merhametlisi!.”
15- İmam Ali (a.s) evlendiği gece Hz. Fatıma (a.s)’ı üzgün görünce; “Neden rahatsızsın?” dedi. Hz. Fatıma (a.s) şöyle cevap verdi: “Ömrümün tükendiği ve kabir evine konulacağım zamanı hatırladım. Babamın evinden bu eve göçmem, buradan kabir evine göçeceğimi hatırlattı bana. Allah aşkına gel de bu gece birlikte Allah’a ibadet edelim…”
16- “Hz. Ali (a.s), Hz. Fatime’nin iki gün bir şey bulamayıp aç kaldığını öğrenince üzülerek; “Neden bu du-rumu bana bildirmedin?” dediğinde, Hz. Fatıma (a.s) şöyle dediler: “Ya Ebe’l Hasan! Gücünün dışında olan bir şeyi senden isteyerek seni zorluğa düşürebilirim diye Rabbimden utandım.”
17- Bir gün İmam Ali (a.s) Hz. Fatıma’ya: “Ebu Bekir ve Ömer kapının arkasında sizinle görüşmek için izin bekliyorlar ne dersiniz?” dediğinde şöyle dediler: “Ya Ali! Ev senin evin, ben de senin eşinim ne dilersen onu yap.”
18- Hz. Fatıma (a.s), şiilerinden olup olmamasını bilmek isteyen birisine şöyle dedi: “Eğer emrettiğimiz şeyi yerine getiriyor ve sakındırdığımız şeyden de sakınıyorsan o halde sen bizim şiilerimizden olur aksi takdirde olmazsın.”
Bunu duyan adam aldığı cevaptan rahatsız olunca Hz. Fatıma şöyle buyurdular:
“Durum düşündüğün gibi değildir. Şiilerimiz cennet ehlinin en iyilerindendirler. Bizi seven, dostlarımızı dost edinen ve düşmanlarımızı kendine düşman bilen herkes cennet ehlidir. Ama sadece kalbi ve diliyle biz Ehl-i Beyt’e teslim olup emir ve nehiylerimize muhalefet eden kimseler gerçek şiilerimizden olmazlar. Elbette bununla birlikte bunlar da bela ve musibetlere duçar olmak veya herkesin toplanacağı kıyamet arasatının çeşitli zorluklarına katlanmak veya cehennemin üst tabakasının azabını tatmak vasıtasıyla günahlardan temizlendikten sonra cennet ehli olacaklardır. Onları, bize karşı duydukları  sevgilerinden dolayı bulundukları yerden kurtarıp kendi yanımıza götüreceğiz.”
19- Hz. Fatıma (a.s) birinci ve ikinci halifeye hitaben şöyle buyurdular: “Acaba Resulullah (s.a.a)’den size bir hadis nakledersem onunla amel eder misiniz?” Evet dediklerinde şöyle buyurdular: “Allah aşkına söyleyin, acaba Resulullah’ın şöyle buyurduğunu duymamış mısınız?: “Fatime’nin hoşnutluğu benim hoşnutluğumdur, Fatime’nin öfkesi benim öfkemdir; öyleyse kim kızım Fatıma’yı severse beni sevmiştir, kim Fatıma’yı öfkelendirirse beni öfkelendirmiştir.” Evet bu hadisi Resulullah’tan duymuşuz dediler. Bunun üzerine buyurdular ki: “Ben Allah’ı ve meleklerini şahit tutuyorum ki, sizin ikiniz beni öfkelendirdiniz, beni hoşnut etmediniz, Peygamberi mülakat ettiğimde mutlaka sizin ikinizi ona şikayet edeceğim.”
20- “Bir gün Resulullah (s.a.a), uyumak için yatağı sermiş olduğum halde yanıma geldi ve şöyle buyurdu: “Ey Fatıma, şu dört şeyi yapmadıkça uyuma: Kur’an’ı hatmetmek, Peygamberleri şefaatçi kılmak, müminleri razı etmek, Hac ve Umre yapmak.” Resulullah (s.a.a) bunları buyurup namaza koyuldu, namazını bitirinceye kadar sabrettim. Ya Resulellah! Dört şey yapmayı bana emrettin, oysa onları şu halde yapmaya kadir değilim dedim. Resulullah (s.a.a) gülümseyerek şöyle buyurdular: “Kulhu vellah (İhlas) suresini üç defe okuduğunda Kur’an’ı hatmetmiş gibi olursun; bana ve benden önceki Peygamberlere salavat getirdiğinde kıyamet günü senin şefaatçin oluruz; müminlere mağfiret dilediğinde hepsi senden razı olur; “subhanellah velhamdu lillah vela ilahe illellah vellahu ekber” dediğinde ise Hac ve Umre yapmış (gibi) olursun.”
21- Fatıma (a.s), Resulullah (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu söyledi: “Kocasını öfkelendiren kadına yazıklar olsun; kocası kendisinden razı olan kadına da ne mutlu.”
22- Fatıma (a.s), Resulullah (s.a.a)’in Miraç gecesi, cehennemde azap gören kadınlar hakkında şöyle buyurduğunu naklediyor: “…Saçıyla asılan kadının suçuna gelince, o kadın saçını erkeklerden örtmüyordu. Diliyle asılan kadının suçuna gelince, o kadın kocasını incitiyordu… başı domuz başı, gövdesi de eşek gövdesi gibi olan kadının suçuna gelince, o kadın söz taşıyan ve yalancı idi. Köpek şeklinde olan kadının suçuna gelince, o kadın makyaj yapan, bağırarak çok ağlayan ve kıskançlık yapan birisi idi.”
23- “Babam Resulullah (s.a.a), Ali’ye (a.s) bakıp şöyle buyurdu: “Bu ve bunun şiaları cennettedirler.”
24- “Babam Resulullah (s.a.a)’in, ölümüne yol açan hastalığında -evi ashabıyla dolu iken- şöyle buyurduğunu duydum: “Ey insanlar! Çok geçmeksizin sizin aranızdan ayrılacağım, mazeretinizi tamamlayacak (size bir özür bırakmayacak) bir söz size söylüyorum; bilin ki ben sizin aranızda Rabbimin kitabını ve itretim olan Ehl-i Beyt’imi emanet bırakıyorum.” Sonra Ali’nin elini tutarak şöyle buyurdu: “Bu Ali, Kur’an iledir, Kur’an da Ali ildedir; bunlar Kevser havuzunun başında yanıma gelinceye kadar birbirlerinden ayrılmayacaklar. Ben kıyamet günü, benden sonra bunların hakkında nasıl davrandığınızı sizden soracağım.”25- “Resulullah (s.a.a) camiye girişinde şöyle diyordu: “Allah’ın adıyla, Allahım Muhammed’e salat eyle, günahımı bağışla, rahmetinin kaplarını yüzüme aç.” Camiden de çıktığında şöyle diyordu: “Allah’ın adıyla, Allahım! Muhammed’e salat eyle, günahımı affet, lütuf ve bağış kapılarını yüzüme aç.”
26- “Cuma günü öyle bir vakit vardır ki, Müslüman bir kul o vakitte Allah’tan bir hayır dilerse Allah onu ona bağışlar, o vakit de, güneşin yarısının batmaya koyulduğu andır.”
27- “Babam Resulullah (s.a.a)’den namazında gevşeklik yapan kadın ve erkekler hakkında soru sorduğumda şöyle buyurdular: “Kadın ve erkeklerden her kim namazında gevşeklik yaparsa Allah Teala onu on beş belaya duçar eder: Allah Teala bereketi ömründen alır, bereketi rızkından kaldırır, salih insanların simasını onun yüzünden giderir, yaptığı her işe ücret (mükafat) verilmez, duası göklere yükselmez (müstecab olmaz), salih insanların duasından nasibi olmaz, zelil olarak ölür, açken ölür, susuz olarak can verir; öyle ki dünya nehirlerinin suyunu bile ona verirlerse susuzluğu giderilmez, Allah Teala bir meleği onu kabirde rahatsız etmesi için memur eder, kabri dar olur, kabri karanlık olur, Allah Teala bir meleği, halkın ona baktığı halde yüz üstü çekip sürümesi için görevlendirir, sıkı bir hesaba (sorgu suale) tabi tutulur, Allah Teala, (rahmet gözüyle) ona bakmaz, onu (günahlardan) arındırmaz ve onun için elemli bir azap olur.”
28- “Muhammed (s.a.a) ve Ali (a.s), bu ümmetin babalarıdırlar; onların eğriliklerini düzeltir, itaat ettiklerinde onları ebedi azaptan kurtarır, uyum sağladıklarında da onları daimi nimete götürürler.”
29- Hz. Fatıma (a.s) Hz. Ali’yi (a.s) kınayan bir cahile şöyle buyurdu: “Ali’nin kim olduğunu biliyor musun? O rabbani bir İmam, nurla dolu bir vücut, arif ve efendilerin kutbu, pak ailenin oğlu, doğru olanı konuşan, imamet dairesinin merkezi, Peygamber’in iki gülü ve cennet gençlerinin efendileri olan Hasan ve Hüseyin’in babasıdır.”
30- “Allah Teala, Gadir-i Hum vakıasından sonra hiç kimseye bir bahane ve özür yolu bırakmamıştır.”
31- Hz. Ali’nin imametini  Peygamber’in sözleriyle kanıtlamak mümkün müdür? diyen birisine şöyle buyurdular:
“Hayret! Gadir-i Hum gününü unuttunuz mu? Resulullah’ın şöyle buyurduğunu duydum: Ali, aranızda kendimden sonra bıraktığım en hayırlı kimsedir; Ali benden sonra İmam ve halifedir. Daha sonra iki oğlum Hasan ve Hüseyin ve Hüseyin’in neslinden olan dokuz kişi en iyi İmamlardır. Onlara uyarsanız, onları hidayetçi ve hidayete ermiş bulursunuz, muhalefet ederseniz kıyamet gününe dek daima aranızda ihtilaf baş gösterir.” O zaman Ali neden sustu ve kendi hakkını almadı? dediğinde de şöyle buyurdular:
“…Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki: İmamın örneği Ka’be örneğidir; halk ona gelmelidir, o halka değil.” Sonra şöyle devam ettiler:
“Allah’a ant olsun ki eğer hakkı ehline bıraksalardı ve Peygamber’in Ehl-i Beyt’ine uysalardı, Allah konusunda iki kişi bile ihtilafa düşmezdi. Hz. Ali’den İmam Hüseyin’in dokuzuncu evladı olan Hz. Mehdi’ye kadar olan İmamlar biri birinin ardınca onu miras alırlardı. Ama (ne yazık ki) cahil halk Allah’ın geriye attığını öne geçirdiler, Allah’ın öne geçirdiğini geriye attılar. Hatta seçileni inkar ettiler, onu kurutmaya koyuldular! Onlar istek ve görüşlerine uyarak bu çirkin yolu seçtiler. Kahrolsunlar! Acaba Allah Teala’nın şu özünü duymamışlar mıydı? “Rabbin, dilediğini yaratır ve seçer, seçim onlara ait değildir.”(Kasas/68) Evet, onlar bunu duydular fakat onlar Kur’an’ın buyurduğu gibi kimselerdir: “Gerçek şu ki gözler kör olmaz ancak sinlerdeki kalpler körelir.”(Hacc/46) Heyhat, onlar dünyada uzun arzulara kapıldılar, öleceklerini unuttular. Allah onları helak etsin, işlerini boşa çıkarsın. Allah’ım, yücelikten sonra küçülmekten sana sığınırım.”
32- Hz. Fatıma (a.s), babasından sonra Uhud’da Hz. Hamza’nın kabri kenarında ezadarlık ettiğinde “Neden halk sizin ve Ali’nin aleyhinde olup onun kesin olan hakkını gasp ettiler?” dediklerinde şöyle buyurdu:
“Bunların hepsi Bedir savaşından kalan kinler ve Uhud savaşının intikamlarıdır. Bu kinler münafık kalplerde saklıydı. Ama hedeflerine ulaştıklarında (hükümeti gasp ettiklerinde) kinlerini bize kustular.”
33- Hz. Resulullah’ın vefatı üzerine Hz. Fatıma şu şiiri okudu:
Topraklar altında gizlenene de ki, bağırmamı ve feryadımı duyuyor musun?
Öyle musibetler başıma geldi ki, gündüzün başına gelseydi kararır gece oluverirdi.
Ben Muhammed’in gölgesinde himaye altında idim,
Hiçbir zulümden (düşmandan) korkmuyordum, O benim güzelimdi.
Bu gün zelil ve zulme uğramaktan korkuyorum,
Bana zulmedeni ridamla defediyorum.
Kumru gam ve kederden gece bir dala ağlasa,
Ben sabah vakti ağlarım.
Senden sonra hüznü munisim kılacağım,
Sana gözyaşı döküp ağzımı açacağım (onu silah edineceğim).
Ahmed’in türbesini koklayana ne gam,
Uzun zaman güzel bir koku koklamasa da.
34- Hz. Fatıma, Peygamber (s.a.a) defnedildikten sonra perişan bir halde evden çıkıp halsizlikten babasının kabrine zor ulaşabildi. Mihrabı, ezan okunan yeri görünce bağırmasıyla yere düşmesi bir oldu. Kadınlar bu durumu görünce yüzüne su serptiler. Ayıldığında babasının kabrine bakarak şöyle dedi:
“Babacığım gücüm tükendi, bedenimde hal kalmadı, düşmanım şematet etti, üzüntü beni öldürdü.
Babacığım! Yalnız, hayran ve tek kaldım. Sesim tutuldu, belim kırıldı, hayatım bunaldı, günlerim karardı.
Babacığım! Senden sonra yalnızlığım için bir munis, gözyaşımı dindirecek birisi, zaafım için bir yardımcı bulamam. Babacığım! Senden sonra Kur’an’ın hükmedildiği yer, Cebrail ve Mikail’in indikleri mekan yok oldu.
Babacığım! Senden sonra sebepler (ilişkiler) değişti, kapılar yüzüme kapandı.
Babacığım! Senden sonra artık dünyadan nefret ediyorum, nefesim tükeninceye dek sana ağlayacağım.
Babacığım! Sana olan aşkım tükenmek bilmez, sana olan hüznüm sona ermez. Eyvah babacığım! Eyvah Allah’ım!”
35- Hz. Fatıma (a.s), Hz. Ali’yi biate götürmek için evine saldıranların karşısında durup Hz. Ali’yi savunarak şöyle buyurdular:
“Ey sapıklar, yalancılar! Ne diyorsunuz, ne istiyorsunuz? Ey Ömer! Allah’tan korkmuyor musun? Evime girmek mi istiyorsun? Şeytan hizbinle beni mi korkutuyorsun? Oysaki şeytanın hizbi güçsüzdür. Yazıklar olsun sana! Allah’a ve Peygamber’ine karşı olan bu cesaret nedir? Peygamber’in neslini yeryüzünden yok etmek ve Allah’ın nurunu söndürmek mi istiyorsun? Bil ki, Allah nurunu tamamlayacak ve onu ebedileştirecektir. Ey Ömer! Senin azgınlığın beni evimden dışarı (namahremler önüne) çıkardı; hücceti sana ve diğer her sapığa tamamladı. Ey Hattap oğlu! Allah’a ant olsun ki, günahsızların belaya yakalanmalarından korkmasaydım, Allah’a yemin edip (bedduada bulunup) çabuk icabete eriştiğini görürdün.”
Dövülüp darbe aldıktan ve Muhsin ismindeki çocuğu karnında öldükten sonra şöyle dediler:
“Ay babacığım! Yâ Resulullâh! İşte çok sevdiğin kızına böyle davranıyorlar! Ah! Ey Fizze! Gel de beni tut! Allah’a ant olsun ki, karnımdaki yavrum öldürüldü!!!”
36- Hz. Fatıma camiye gidip konuşacağını ilan eder etmez bu haber Medine’de beklemedik yankı yaptı. Muhacir ve Ensar topluluğu, Peygamber’in yadigarı Hz. Fatıma acaba halka ne konuşacaktır? diye camiye akın yaptı. Hz. Fatıma Beni Haşim kadınlarının eşliğinde evden dışarı çıkıp camiye doğru hareket etti. Camiye girdiğinde kendisi için bir perde çektiler. Kendini ağlamaktan alamadı. Öyle bir inledi ki, herkesi ağlattı. Mescidde sanki kıyamet kopmuştu, ağlama sesleri birbirine karıştı. Herkes iyice sustuktan sonra şöyle dedi:
“Verdiği nimetlere karşı övgü sadece Allah’a mahsustur. İlham ettiği şeylere karşı şükür sadece O’na aittir. Başlattığı bütün nimetler, bağışladığı bol bahşişler, verdiği bol ihsanlarına karşı sena sadece O’na mahsustur. Nimetleri sayılamayacak kadar çoktur, sonu karşılığı verilemeyecek kadar uzaktır, sonsuzluğu idrakten ıraktır. Nimetlerin arttırılması için insanları şükretmeye davet etti, onların çoğalması için halktan hamt etmeyi istedi. İkinci kez de o nimetlerin (ahretteki) benzerine davet etti.
Şahadet ederim ki Allah’tan başka bir İlah yoktur. Tektir ve ortağı yoktur. Bu kelimenin tevili ihlastır. Kalpler O’na bağlanmıştır ve fikir onunla aydınlanmıştır. Öyle bir Allah’tır ki gözler O’nu göremez, diller O’nu (olduğu gibi) vasfedemez, akıllar O’nu nitelendiremez. Bütün şeyleri yoktan var etti, herhangi bir şeyi örnek edinmeksizin yarattı. Onların yaratılmasına bir ihtiyacı olmaksızın ve hiçbir fayda gütmeksizin kendi iradesiyle, hikmetini ispat emek, itaatine vakıf kılmak, kudretini göstermek, kullarını ibadete çağırmak, davetini yüceltmek için bunları yarattı. Sonra kullarını azaptan korumak ve onları cennetine sevk etmek için kendisi itaat edene mükafat vermeyi, isyan edeni ise cezalandırmayı takdir etti.
Şahadet ederim ki, babam Muhammed (s.a.a) Allah’ın kulu ve elçisidir. O’nu, elçi olarak göndermeden önce seçti, yaratmadan önce O’na “Muhammed” adını verdi, Peygamberlikle görevlendirmeden önce O’nu tercih etti. O zaman diğer mahlukat daha gayb aleminde gizliydi, korkunç perdelerle korunmuştu, yokluğun son derecesinde esirdi (yokluk sınırını aşmış değildi). Allah Teala işlerin sonunu bilirdi, bütün hadiselerden haberdardı, mukadderatın yerlerini tanırdı.
Yüce Allah, emrini tamamlamak, hükmünü icra etmek, kesin mukadderatını infaz etmek için Muhammed’i mebus etti. Allah Teala, insanların dinlerinde ayrılığa düştüğünü, tefrika ateşine yöneldiklerini, putlara taptıklarını, bilerekten Allah’ı inkar ettiklerini görünce, babam Muhammed (s.a.a) vesilesiyle karanlıkları aydınlattı, kalplerdeki karalıkları giderdi, gözler önüne çekilen şaşkınlık perdelerini kaldırdı. Babam, halkı hidayet etmek için kıyam etti, onları sapıklıktan kurtardı, körlüklerini giderip basiret verdi. Onları mutedil bir dine hidayet etti, doğru bir yola çağırdı. Daha sonra Allah Teala şefkat ile ve herhangi bir icbar söz konusu olmadan O’nun ruhunu aldı. Artık Muhammed (s.a.a), bu dünyanın elem ve sıkıntılarından rahat bulunmaktadır, öbür dünyada mukarreb melekler ve bağışlayan Rabbin rıdvanıyla beraberdir ve Allah’ın civar-ı kurbunda yaşamaktadır. Allah’ın salat, rahmet ve bereketi O’nun Peygamber’i, emini ve yaratıkları arasından seçip beğendiği babama olsun.”
Sonra halka hitap ederek şöyle buyurdu:
“Ey Allah’ın kulları! Siz, O’nun emir ve nehyinin koruyucuları, din ve vahiy ilminin taşıyıcıları, kendinize olan eminleri ve dini diğer milletlere ulaştıran elçilerisiniz.
O’nun gerçek halifesi sizin aranızdadır. O, Allah’ın daha önce size gönderdiği bir ahit ve aranızda bıraktığı bir hüccettir. O, Allah’ın natık (konuşan) kitabı ve sadık Kur’an’ıdır. O, parlak bir nur ve aydınlatıcı bir ışıktır. Delilleri aşikardır, sırları açıktır, zahirleri vazıhtır. Ona uyanlara gıpta edilir. Kendisine uyanı Allah’ın rıdvan-ı cennetine götürür. Ona kulak vereni kurtuluşa sevk eder. Allah’ın aydın hüccetleri, açıklanmış farzları, yasaklanmış haramları, yeterli delilleri, övülmüş erdemleri (müstehapları), hibe edilmiş ruhsatları ve yazılmış şeriatları onun vesilesiyle elde edilir, kavranılır.
Allah şirkten arınmanız için imanı, kibirden uzaklaşmanız için namazı, nefsin temizlenmesi ve rızkın artması için zekatı, ihlasın sağlamlaşması için orucu, dini ayakta tutmak için haccı, kalplerin düzelmesi için adaleti, dinin düzene girmesi için bize itaati, ümmetin tefrikaya düşmemesi için bizim imametimizi, İslam’ın aziz ve üstün olması için cihadı, İlahi mükafatı hakkedebilmek için sabrı, toplumun maslahatı için iyiliği emretmeyi, gazaptan korunmak için ana- babaya iyilik etmeyi, ömrün uzaması ve nüfusun çoğalması için akrabalarla ilişkiyi kesmemeyi, kanların akıtılmaması için kısası, mağfirete yönelmek için adağı yerine getirmeyi, eksik ölçmeyi önlemek için ölçü ve tartıda tam hakkını vermeyi, lanetlenmekten korunmak için kazif’ten (namuslu kadınlara zina isnadında bulunmaktan) kaçınmayı, iffet ve emniyeti (toplumda) hakim kılmak için hırsızlık yapmaktan uzak durmayı, pislikten uzak olmak için şarap içmekten sakınmayı, Rabliğine olan inancın ihlası için şirkten kaçınmayı farz kıldı “Allah’tan, gerektiği şekilde çekinin, ancak Müslüman olarak ölün.”(Al-i İmran/102) Size emrettiği ve sizi ondan sakındırdığı şeyde Allah’a itaat edin. “Allah’tan ancak alim olanlar korkar.”(Fatır/28)
Sonra şöyle buyurdu:
“Ey insanlar! Bilin ki ben Fatıma’yım, babam Muhammed’dir. Yine tekrarlıyorum; ben Fatıma’yım, babam Muhammed’dir! Yalan söylemiyorum ve hata da etmiyorum. “Ant olsun, size içinizden bir peygamber geldi ki, zahmet çekmeniz onu incitir ve üzer. Size çok düşkündür, müminlere çok merhametlidir, onlara hayır diler.”(Tevbe/128) Eğer o Peygamberi tanıyorsanız, bilmeniz gerekir ki, o Peygamber, sizin kadınlarınızın babası değil benim babamdır, sizin erkeklerinizin değil benim amcaoğlumun kardeşidir. Onunla akrabalık ne de güzeldir! O, risaletini halka ulaştırdı, onları İlahi azapla korkuttu. Müşriklerin yol ve yöntemlerinden yüz çevirdi. Onların sırlarına ağır bir darbe indirdi. Onların boğazını sıktı, hikmet ve güzel öğütle Rabbinin yoluna çağırdı. Putları kırdı, küfrün başlarını dağıttı, sonunda küfür topluluğu hezimete uğradı, geriye dönüp kaçtı, gece sabahtan ayrıldı (karanlıklar yok oldu), hak ortaya çıktı, dinin önderi söz sahibi oldu, şeytanların kükremesi kesildi, nifak topluluğu helak oldu, küfür ve düşmanlık düğümleri çözüldü, siz de yüzleri ak ve oruçtan karınları aç kişilerin arasında (hürriyetle) ihlas ( la ilahe illellah) kelimesini söyler oldunuz.
Sizler (Peygamber-i Ekrem gelmeden önce) bir ateş çukurunun kenarındaydınız, içenin içeceği değersiz bir yudum su idiniz, tamahkarın ganimet bilip yiyivereceği bir lokmaydınız, adavet ateşini körükleyenler için uygun bir alev idiniz, ayaklar altında eziliyordunuz. Develerin girip kirlettikleri (çukur) suyu içiyordunuz, ağaç yapraklarını gıda ediyordunuz, zelil ve aşağılık bir hale düşmüştünüz, etrafınızdaki insanların sizi ezmesinden korkuyordunuz, bütün bu bedbahtlıklardan sonra Allah Teala, babam Muham-med vasıtasıyla sizleri kurtardı. Daha sonra babam, yiğit kişiler, Arabın kurtları ve kitap ehlinin isyancılarıyla denenip sınandı (onlarla savaştı).
Onlar ne zaman savaş ateşini tutuşturdularsa Allah-u Teala onu söndürdü. Şeytanın boynuzu göründüğünde (onlar baş kaldırdığında) veya müşriklerden bir ejderha ağzını açtığında kardeşi Ali’yi onun ağzına atıyordu (onun önüne çıkarıyordu), o da onun beliyle kulağını ayak altına almadan ve onun püskürdüğü ateşi kılıcıyla söndürmeden geri dönmüyordu. Allah’ın rızasını kazanmak için bu zorluklara katlanıyordu, O’nun emirlerini uygulamak için çaba sarf ediyordu, Resulullah’a herkesten daha yakındı, evliya-ullah’ın seyyidi (efendisi) idi. Her zaman (Allah’ın ve Peygamber’in emrine) hazır, hayır isteyen, gayretli ve emekçi idi. Allah’ın yolunda, kınayanların kınaması ona mani olmazdı.
Hz. Ali tebliğ ve cihat ederken siz keyfinizi sürdürmekte, rahatınıza bakmaktaydınız, mağlubiyete uğramamızı ve bir haber çıkmasını bekliyordunuz. Savaş anında geri dönüp düşmanla savaşmaktan kaçıyordunuz.
Allah Teala, Resulü için, Peygamberlerin evinin ve seçkin kullarının yurdunu seçtiğinde (onu Firdevs cennetine götürdüğünde) artık nifak dikeni (kalplerde kinler) ortaya çıktı, din gömleği eskidi, kin besleyen sapıklar, söz sahibi oldular, en düşük kişiler ortaya çıktılar. Batıl ehlinin boğur devesi böğürdü, arsanızda kuyruğunu oynattı, şeytan yerinden başını çıkardı, sizi kendine çağırdı, davetini icabet ettiğinizi, onun aldatmasına hazır olduğunuzu gördü. Sonra hareket etmenizi istedi, siz de hareket ettiniz, tehyiç olmanızı istedi, siz de tehyiç oldunuz. Derken başkasının devesini damgaladınız (sizin malınız olmayan hilafeti gasp ettiniz), onu, sizin olmayan bir çeşmenin başına getirdiniz. Ahdinizden (Gadir-i Hum’daki biatinizden) uzun bir zaman geçmemişti, Peygamber’in vefatından dolayı kalbimizin yarası çok genişti, henüz iyileşmemişti, Peygamber’in mübarek naşı henüz toprağa verilmemişti. Fitne çıkması korkusunu bahane ederek kendinizi öne attınız. Ama bilin ki, fitnenin ta içine düştünüz. Şüphe yok ki, cehennem küfre sapanları kuşatmıştır.
Heyhat! Siz nere, fitneyi yatırmak nere! No oluyor size? Nereye gidiyorsunuz? Allah’ın kitabı sizin aranızdadır; sözleri açık, ahkamı parlak, nişaneleri göz kamaştırıcı, emri ve nehiyleri aşikardır. Ama siz onu arkanıza attınız. Ondan yüz çevirmek mi istiyorsunuz? Yoksa Kur’an’dan başkasıyla mı hükmediyorsunuz? Ondan başkasını almak zalimler için ne de kötü değişmektir. (Şunu bilin ki;) “Kim İslam’dan başka bir din ararsa, asla ondan kabul edilmez ve o, ahrette hüsrana uğrayanlardandır” (Nisa/84) Sonra (çalınan devenin) ürkmesi sakin ve dizginlenmesi kolay olacak kadar bile sabretmediniz. Sonra fitne ateşini tutuşturdunuz, onun közünü körüklediniz. Azgın şeytanın çağrısına müspet cevap verdiniz. Parlak dinin nurunu söndürmeye, seçkin Peygamber’in sünnetini boşlamaya koyuldunuz. Köpük içmek diyorken alttan çorba (veya süt) içiyorsunuz. Ağaçlar arasında saklanan yırtıcı canavarlar gibi onun (Peygamber’in) Ehl-i Beytine ve evlatlarına doğru yürüyorsunuz. Bıçak kesmesi ve karına sokulan mızrak ağrısı gibi olan sizden gördüğümüz bu zulümlere sabretmekten başka bir çaremiz yoktur.
Siz şimdi Peygamber’den bize miras yetişmediğini mi sanıyorsunuz? “Yoksa cahiliye hükmünü mü arıyorsunuz? Kesin bilgiye inanan bir topluluk için, hükmü, Allah’ın hükmünden daha güzel olan kimdir.”(Maide/150)
Benim Resulullah’ın kızı olduğumu bilmiyor musunuz? Benim onun kızı olduğum parlak güneş gibi size açıktır. Ey Müslümanlar! Babamın mirasının zorla elimden alınması doğru mudur?
Ey Kuhafe oğlu (Ebu bekir)! Acaba senin babandan miras alabileceğin ama benim babamdan miras alamayacağım Kur’an’da mı yazılmıştır? Şüphesiz Allah’a iftira ediyorsun. Bilerek mi Allah’ın kitabını (onun düsturlarını) arkanıza attınız? Çünkü Allah Teala Kur’an’da: “Süleyman, Davud’a mirasçı oldu”(Neml/16) buyurmaktadır. Yine Yahya bin Zekeriyya’ın kıssasında, Zekeriyya: “Rabbim! Bana kendi katından bir yardımcı armağan et. Bana mirasçı olsun, Yakup oğullularına da mirasçı olsun.”(Meryem/5-6) diye Allah’a yalvarmaktadır.
Yine Allah Teala Kur’an’da: “Akrabalar (Mirasta) Allah’ın kitabına göre, birbirlerine önceliklidir.”(Enfal/75) buyurmaktadır. Yine: “Çocuklarınız konusunda Allah, erkeğe iki kadının hissesi kadar tavsiye eder.”(Nisa/11) buyurmaktadır. Yine: “Sizden birinize ölüm gelip çattığı zaman, eğer geride bir hayır (mal, mülk vb.) bırakmışsa, anaya, babaya ve yakın akrabaya bilinen (uygun, meşru) bir tarzda vasiyette bulunması -Allah’a karşı gelmekten sakınanlara bir hak olarak- size farz kılındı.”(Bakara/180) buyurmuştur.
Benim için mirastan bir hisse olmadığını, babadan miras alamayacağımı ve aramızda akrabalık bağı olmadığını mı sandınız? Acaba Allah Teala bir ayeti size mahsus kılmış da babamı miras hükmünden istisna mı etmiş? Yoksa iki dinin milletleri birbirlerinden miras alamazlar mı diyorsunuz? Acaba ben ve babam bir dinden değil miyiz? Yoksa siz, Kur’an’ın umum ve hususunu babam ve amca oğlumdan daha iyi mi biliyorsunuz? Bu yularlanmış ve palanlanmış deve (hilafet ve fedek) de senin olsun al götür; kıyamet günü seninle görüşecektir. Allah ne güzel hükmeden, Muhammed ne güzel kefil ve kıyamet ne güzel buluşma yeridir! “O gün batılda olanlar hüsrana uğrayacaklar” (Casiye/ 27) O gün pişmanlık duymanız size yarar vermeyecektir. “Her bir haber için kararlaştırılmış bir zaman (müstakar) vardır. Siz de bileceksiniz.” (En’am/67) “Yakında öğrene-ceksiniz, kendisini aşağı kılan azap kime geliyor ve kesintisiz azap kimin üzerine çöküyor?” (Zümer/40)
Sonra Ensar’a hitap ederek şöyle buyurdu:
“Ey cömert topluluğu! Ey dinin pazıları (yardımcıları)! Ey İslam’ın koruyucuları! Benim hakkımda sizdeki bu tamah (veya zaaf) ve mazlumiyetim hususunda sizdeki bu uyuklama nedir? Babam Resulullah (s.a.a): “Kişinin hürmeti, evladı hakkında korunmalıdır (evlada hürmet babaya hürmettir.)” buyurmuyor muydu? Ne çabuk değişiklik icat ettiniz? Ne çabuk boşaltıp döktünüz (kararlarınızı değiştirdiniz)? Sizin, istediğim ve elde etmeye çalıştığım şeye gücünüz vardır. Muhammed öldü (yaslıyız) diyorsunuz mu? Evet bu büyük bir musibetti, gediği geniştir, yarığı çoktur; bitişiği yarıldı (artık hiçbir şey onu telafi edemez). Onun gözlerden kaybolması sebebiyle yeryüzü karanlık oldu, musibetinden dolayı güneş ve ay tutuldu, yıldızlar dağıldı, arzular öldü, dağlar alçaldı. Yine o öldüğünde harim kaldırıldı (sınırlar çiğnendi), hürmet yok oldu (kimseye ihtiram ve saygı bırakılmadı). Ant olsun Allah’a bu büyük bir felaket ve büyük bir musibetti; dünyada bunun misli (canları yakan) bir bela ve afet görülmemiştir. Ancak her akşam ve sabah evlerinizde okuduğunuz Kur’an onu (Peygamberin ölmesini) açıkça bildirmiştir. Bu bela (ölüm) ondan önceki Peygamber ve ilahi elçilere de gelip çatmıştır. Bu, kesin bir hüküm ve kaçınılmaz olan bir kaza (karar) dır: “Muhammed, yalnızca bir Peygamberdir. Ondan önce nice Peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölürse, ya da öldürülürse, siz topuklarınız üzerinde gerisin geriye mi (cahiliyeye mi) döneceksiniz kim iki topuğu üzerine gerisin geriye dönerse, Allah’a kesinlikle zarar veremez. Allah şükredenleri pek yakında ödüllendirecektir.”(Al-i İmran/144)
Ey Kayle (Evs ve Hazrec’in ninesi) oğulları! Babamın mirası sindirilsin mi? Oysaki siz beni görecek, sesimi işitecek mesafedesiniz, sessiz durmuşsunuz! Feryadımı duyuyorsunuz, halimi biliyorsunuz; yeterince sayınız, azığınız, gücünüz, silahınız ve siperiniz vardır. Ama bununla birlikte çağrımı duyup cevap vermiyorsunuz, imdat sesimi duyup yardım etmiyorsunuz. Halbuki yiğitlikle meşhur, hayır ve salahla ma’ruftunuz. Seçilen seçkinler ve biz Ehl-i Beyt için beğenilen güzidelerdiniz. Araplarla savaştınız, zorluklara katlandınız, çeşitli milletlerle çarpıştınız, yiğitlerle yüz yüze karşılaştınız. Biz adım attığımızda adım attınız, emrettiğimizde emre uyuyordunuz. Nihayet İslam’ın değirmeninin taşı dönmeye başladı, günün sütü (ganimetler) çoğaldı, şirkin narası kesildi, yalanın kaynaması durdu, küfür ateşi söndü, kargaşalık daveti dindirildi, din nizamı düzene girdi. Öyleyse yardım edeceğinizi açıkladıktan sonra neden susarak geri döndünüz, himaye edeceğinizi ilan ettikten sonra neden gizlediniz, teşebbüste bulunduktan sonra, neden geri çekildiniz, imandan sonra neden şirk koştunuz? “Yeminlerini bozan, Peygamber’i (yurdundan) sürmeye çabalayan ve sizinle ilk defa (savaşa) başlayan bir toplulukla savaşmaz mısınız? Korkuyor musunuz onlardan? Eğer iman etmiş kimseler iseniz, kendisinden korkmanıza, Allah daha yakındır.”(Tevbe/13)
Görüyorum ki rahatlığa yönelmişsiniz, yöneticiliğe herkesten layık olanı makamından uzaklaştırdınız, müsterih oldunuz, darlıktan genişliğe çıktınız, gizlediğinizi açığa vurdunuz, içtiğinizi kustunuz. (fakat şunu bilin ki:) “Eğer siz ve yeryüzündekilerin tümü kafir olursanız, gerçek şu ki, Allah ganidir ( hiçbir şeye muhtaç değildir), hamiddir (bütün övgüler ona mahsustur).”(İbrahim/8)
Bilin ki gerekeni söyledim, alçaldığınız (veya geçici sarhoşluğunuzu) da, kalplerinizin gizlediği hıyaneti de biliyordum. Ama bunlar, dertli ruhun taşması, öfkenin dışarı dökülmesi, kalp çeşmesinin coşması, gönlün derdi ve hücceti tamamlamaktı.
(Mesele yağmalamaksa) öyleyse bunu (hilafet ve fedeki) alın, onu devenin arkasına yükleyip götürün; (fakat şunu bilin ki) onun sırtı yağır olacak, ayakları aşınacak, kusuru kalacak (ve sizin için yüzkarası olacak)tır. O, Allah’ın gazabıyla damgalanmıştır, rezilliği ebedi kalacaktır ve sizi Allah’ın kalplere işleyen yakılmış ateşine götürecektir. (Bilin ki) yaptıklarınız Allah’ın gözü önündedir. “Zulmetmekte olanlar, nasıl bir inkılaba uğrayıp devrileceklerini pek yakında bileceklerdir.”(Şuara/227)  Ben, “sizi şiddetli bir azabın öncesinde uyarıp-korkutan.” (Sebe/46) Peygamber’in kızıyım. Artık “Yapabileceğinizi yapın; kuşkusuz biz de (bir şeyler) yapmaktayız. Ve gözleyip durun; gerçekten biz de gözleyip-durmaktayız.” (Hud/121)
Ebu bekir, Hz. Fatime’nin güçlü mantık ve delili karşısında halkı aldatma yoluna baş vurarak şöyle dedi: “Ey Resulullah’ın kızı! Baban müminlere karşı şefkatli ve esirgeyiciydi, hiç şüphesiz Muhammed (s.a.a) bizim kadınlarımızın babası değildi, senin babandı ve senin kocanın kardeşiydi. Bunu çok iyi biliyoruz. Kim sizi severse kurtuluşa erişir, kim size buğz ederse hüsrana uğrar… hiç kimse seni hakkından mahrum edemez, seni yalanlayamaz… Fakat Allah’a ant olsun ki, babanın şöyle buyurduğunu duydum: Biz Peygamberler, altın, gümüş, ev ve mülk miras bırakmayız, ilim ve nübüvvetten başka mirasımız olmaz. Bizden geride kalan mallarımız Müslümanların halifesinin yetkisindedir…”
Hz. Fatıma Ebubekir’e şöyle cevap verdi:
“Sübhanellah! Babam Allah’ın kitabından yüz çeviren, ahkamına muhalefet eden değildi. Onun hükümlerine uyan, onun surelerini takip edendi. Acaba hileye baş vurarak ona iftirada bulunmak mı istiyorsunuz? Onun ölümünden sonra sizin bu işiniz, onun hayatı döneminde onu yok etmek için kurduğunuz tuzaklara benzemektedir. Bu Kur’an, adaleti hakim ve hakla batılı birbirinden ayıran natıktır. Kur’an: “Artık bana kendi katından bir yardımcı armağan et. Bana mirasçı olsun, Yakup oğullarına da mirasçı olsun.” (Meryem/5-6) “Süleyman Davud’a mirasçı oldu” (Neml/ 16) buyurmaktadır.
Allah Teala feraiz ve miras hükümlerini Kur’an’da beyan etmiş, zan ve şüpheye bir yer bırakmamıştır. “Hayır, nefsiniz, sizi yanıltıp (böyle) bir işe sürüklemiş. Bundan sonra (bana düşen) güzel bir sabırdır. Sizin bu düzüp-uydurduklarınıza karşı (kendisinden) yardım istenecek olan Allah’tır.” (Yusuf/18)
Ebu bekir, Hz. Fatime’nin ezici delillerinden kendisini kurtarmak için şöyle dedi: “…İkimizin arasında bu insanlar hükmetmelidir. Çünkü beni onlar hilafete seçtiler…”
Hz. Fatıma bunun üzerine o susan halka şöyle buyurdu:
“Ey batıl söze koşan, çirkin ve helak edici ameller karşısında susan topluluk! “Kur’an’da düşünmez misiniz? Yoksa bir takım kalpler üzerinde kilitler mi vurulmuş?” Hayır, yaptığınız kötü ameller kalplerinizi kaplamıştır; kulaklarınızı, gözlerinizi kapamıştır. Tevil ettiğiniz (yorumladığınız) ne de kötüdür! Biçtiğiniz ne de pistir! Muameleniz ne de çirkindir! Vallahi onun mahmilini ağır, sonucunu (veya vadisini) kötü havalı bulacaksınız. Perdeler gözlerinizin önünden kaldırıldığında, onun ardındaki şiddet ve mihnetler açığa çıktığında, sanmadığınız şeyler Allah tarafından size aşikar edildiğinde, “İşte orada hakkı iptal etmekte olanlar hüsrana uğrayacaklarıdır” (Mü’min/78)
37- Bir gün Ensar ve Muhacirlerden bir grup kadın, Hz. Fatime’nin ziyaretine gittiler. Ey Resulullah’ın kızı, nasıl sabahladın, durumun nasıldır? diye sorduklarında şöyle buyurdu:
“Allah’a ant olsun ki, dünyanızı sevmediğim, erkeklerinize darıldığım halde sabahladım. Onları denedikten sonra uzağa attım, sınadıktan sonra onlara sinirlendim. Keskinin körelmesi, ciddiyetten sonra gevşeklik, başı kayaya çalmak, mızrağın (veya kanalın) çatlaması, görüşlerin bozulması, isteklerin sapması ne de kötüdür! “Kendileri için nefislerinin takdim ettiği şey ne de kötüdür. Allah onlara gazaplandı ve onlar azapta ebedi kalacaklardır.”(Maide/81-82) Çaresizlikten onun (Fedek ve Hilafetin) ipini onlara taktım, onu onlara yükledim, onun baskınını onlara yaptım (diyeceğimi dedim). Zalim kavim hayır görmesin, neticesiz kalsın, rahmetten uzak olsun. Yazıklar olsun onlara! Onu (hilafeti), risalet kökünden (merkezinden) nübüvvet ve delalet temelinden, Ruh’ul Emin’in (Cebrail’in) indiği evden, din ve dünya işlerine alim olanın elinden çıkardılar. “Bilin ki bu, büyük ve açık bir hüsrandır.” Ali’den intikam almalarının sebebi ne idi? Allah’a ant olsun ki, onun kılıcının kimseyi tanımamasından, ölüme itina etmemesinden, düşmanları çiğnemesinden, çarpışmasının cezasından (onlara kılıç sallamasından) ve Allah rızası için olan öfkesinden dolayı ondan intikam aldılar. Allah’a ant olsun ki, eğer yoldan çıksaydılar (mani olmasaydılar), Resulullah’ın Ali’ye bıraktığı yulardan (önderlikten) ve onu kabul etmekten vazgeçselerdi ve onu (hilafet devesini) Ali’ye bıraksalardı, bu deve onları doğru yola götürürdü, burunsallığı kimseyi yaralamazdı, yürümesi ağırlaşmazdı, binicisi yorulmazdı, onları hazım ve kanık veren temiz suyun kaynağına götürürdü, yanları suyu bulandırmazdı, onları doyurup geri getirirdi.
Hz. Ali onlara, gizli ve açık nasihat etti. Hilafete ulaşsaydı zenginlikten çok süslenmezdi (Beyt-ul maldan kendisi için zahire etmezdi), susuzluğunu ve açlığını gidereceği az bir miktar hariç dünya malından bir şey elde etmezdi. O zaman kimin zahit, kimin dünyaya haris olduğu, kimin doğru konuşan, kimin de yalancı olduğu ortaya çıkmış olacaktı. “Eğer halk inansalardı, korkup-sakınsalardı, gerçekten üzerlerine hem gökten, hem de yerden bolluklar (bereketler) açardık; ancak onlar yalanladılar, biz de onları kazandıkları şeylerden dolayı cezalandıracağız.”(A’raf/96) “Bunlardan zulmetmiş olanlara da, kazanmakta oldukları kötülükler isabet edecektir. Ve onlar (Allah’ı) aciz bırakabilecekler de değillerdir.”(Zümer/51)
38- “Emir-ul Müminin Ali hakkında Allah’ın ve Peygamber’in ahdini bozan, hakkımdan dolayı bana zulmeden, mirasımı gasp eden, babamın bana yazdığı Fedek’in malikiyet senedini yakan, tanıklarımı tekzip eden kimseler bana namaz kılmasınlar. Allah’a ant olsun ki, o tanıklar Cebrail, Mikail, Emir-ul Muminin Ali ve Ümmü Eymen’di. Bize yardım edilmesi gerektiğinde onlar (ashap) evlerine çekildiler. Oysa Emir-ul Müminin Ali beni, Hasan ve Hüseyin’le birlikte gece ve gündüz onların (Muhacir ve Ensarın) evlerine götürüyordu. Allah’ı, Peygamberi onlara hatırlatıyordum; biz Ehl-i Beyt’e zulmetmeyin, Allah’ın bize verdiği hakkı gasp etmeyin diyordum. Gerçi, size yardım edeceğiz diye olumlu cevap veriyorlardı, ama gündüz olunca bize yardım etmekten vazgeçiyorlardı. Nihayet bizim eve saldırdılar, kapımızın önüne çok odun topladılar, o odunları yakarak bizi yakmak istediler… Böyle bir ümmet mi bana namaz kılacak?!!!”
39- “Ya Ali! Ben öldüğümde sen bana gusül ver, benim kefin defin işlerimi sen üstlen, namazımı sen kıl, beni kabrime koy defnet, kabrimin üzerindeki toprağı dümdüz et, yüzüme taraf başımın yanında otur, çok Kur’an ve dua oku. Çünkü bu anlarda ölü dirilerle üns etmeye muhtaçtır. Ben seni Allah’a ısmarlıyorum ve evlatlarım hakkında güzel davranmayı sana tavsiye ediyorum.”
40- Hz. Fatime’nin vefatından sonra Hz. Ali (a.s) yazılan vasiyetnameyi çıkarıp okudu. o vasiyetnamede şöyle yazılmıştı:
“Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla. Bu Resulullah’ ın kızı Fatime’nin vasiyetnamesidir. O, Allah’tan başka bir ilahın olmadığına, Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi oldu-ğuna, cennet ve cehennemin hak olduğuna, kıyamet gününün geleceğine ve onun gelmesinde bir şüphe olmadığına tanıklık ediyor. Ya Ali! Ben Muhammed’in kızı Fatıma’ yım, dünya ve ahrette seninle olmam için Allah beni seninle evlendirdi. Sen başkalarından bana daha layıksın. Bana gusül verme ve beni kefenleme işlerini gece yap, bana gece namaz kıl, beni gece defnet ve hiç kimseye haber verme. Seni Allah’a ısmarlıyorum; kıyamet gününe dek evlatlarımı selamlıyorum.”
———————————-
kaynak: ehli-beyt.org

BU YAZIYI ALLAH RIZASI İÇİN ARKADAŞLARINIZLA PAYLAŞIN, ONLARINDA İSTİFADE ETMESİNE VESİLE OLUN.