Siteyi tavsiye et Ana sayfam yap Favorilere ekle

31 Ekim 2012 Çarşamba

Âşûrâ Günü Meydana Gelmiş Bâzı Hâdiseler

Muharrem ayının onuncu günü Âşûrâ günüdür. Âşûrâ gününde çok büyük ve mühim hâdiseler meydana gelmiştir. Fakîh Ebu’l-Leys Hazretleri’nin Tenbîhü’l-Gâfilîn kitabında rivâyet ettiği hadîs-i şerîfte, Âşûrâ günü meydana gelen hâdiselerden bâzıları şunlardır:
1. Göklerin ve yerin yaratılması,
2. Âdem aleyhisselâmın tevbesinin kabul edilmesi,
3. Nûh aleyhisselâmın gemisinin karaya oturması,
4. Mûsâ aleyhisselâmın, Firavun’un şerrinden kurtulması ve Firavun'un helâk olması,
5. İbrâhim Aleyhisselâmın dünyâya gelmesi ve ateşten kurtulması,
6. Eyyûb aleyhisselâmın hastalıktan şifâ bulması,
7. Yûnus aleyhisselâmın balığın karnından kurtulması,
8. Süleyman aleyhisselâma saltanat verilmesi,
9. Hz. Hüseyin (r.a.)’in şehîd edilmesi.
10. Kıyâmetin kopması da Âşûrâ günü olacaktır. 
MUHARREMİN 9. VE 10. GECELERİ
Muharremin 9’uncu ve 10’uncu geceleri birer tesbih namazı kılmalıdır. Yine 9’uncu ve 10’uncu geceleri teheccüd vaktinde Allâh rızâsı için 4 rek’at namaz kılınır. Her rek’atte Fâtiha-i şerîfeden sonra 50’şer İhlâs-ı şerîf okunur. 
Bu günlerde hatm-i enbiyâ’ya devâm etmelidir. Bilhassa 9’uncu günü akşamı, (yâni 10’uncu gecesi) hatm-i enbiyâ yapılması çok fazîletlidir. (Hatm-i Enbiyâ’nın nasıl yapıldığı, Duâ ve İbâdetler isimli kitabımızda târif edilmiştir.)
Muharrem ayı içerisinde mümkün olduğu kadar çok istiğfâr etmelidir. (Duâ ve İbâdetler, Fazilet Neşriyat)
Muharrem ayının onuncu (Âşûrâ) günü; önceki bir gün yâhut sonraki bir gün ile birlikte oruç tutmak sünnettir. Yalnız Âşûrâ günü oruç tutmak tenzîhen mekruhtur. Hadîs-i şerîfte, “Âşûrâ orucunu tutunuz ve ona dokuzuncu yâhut on birinci günü ilâve ederek Yahûdilere muhâlefet ediniz, onlara benzemeyiniz.” buyurulmuştur.

Devamını Oku

HZ. NÛH ALEYHİSSELAM

Allâhü Teâlâ kavmini küfür ve isyandan hidâyete davet etmek üzere Hz. Nûh’u elli yaşında iken kavmine peygamber gönderdi. Kavmi arasında 950 sene kaldı. 
Hz. Nûh, onları hakka davet ettikçe onu dinlemedikleri gibi eziyet ederlerdi. Nûh aleyhisselâm ise her seferinde “Yâ Rabbi! Beni ve kavmimi affet, zira onlar bilmiyorlar.” diye duâ ederdi. Onlar isyanlarına devâm ettiler, gittikçe de hataları çoğaldı ve bu hal Hz. Nûh ve kavmi için uzun sürdü. Hz. Nûh bir nesil gelip geçtikçe sonrakinin hidâyeti için uğraşıyor, fakat her gelen öncekinden daha fenâ çıkıyordu. 
Nihâyet kavminden şimdiye kadar iman edenlerden başkasının inanmayacağı kendisine bildirilince Nûh (a.s.) onlar aleyhine “Yâ Rabbi! Yeryüzünde kâfirlerden birini bırakma. Zira sen onları bırakırsan kullarını yoldan çıkarıyorlar, nankör ve fâcirden başka da doğurmuyorlar. Yâ Rab! Beni, babamı, anamı, mü’min olarak evime gireni ve bütün mü’min erkek ve kadınları mağfiret buyur. Zalimlere ise helâkden başka birşey artırma.” (Nûh Sûresi, âyet 26-28) buyurulduğu üzere duâ etti. 
Allâhü Teâlâ “Bizim nezâretimiz altında ve vahyimiz dâiresinde gemi yap, hem o zulmedenler hakkında bana hitâb etme, çünkü onlar boğulmuşlardır.” buyurdu. Bunun üzerine Nûh (a.s.) gemi inşasına başladı. Nihâyet Allâh’ın emri geldi, yeryüzünü su kapladı, bütün kâfirler helâk oldu, Mü’minlerden başka kimse kalmadı. Allâh’ın emri tamam olunca gemi Cûdî dağına oturdu. Nûh (a.s.) ile gemide bulunan müslümanlar kurtulup insanlar onlardan çoğaldılar. Onun için Hz. Nuh (a.s.)’a ikinci Adem denilir. Hz. Nûh (a.s.) gemiye bindiği vakit her cins hayvandan ikişer çift almış olduğundan hayvanlar da onlardan çoğaldı. 
Hz. Nûh (a.s.) karaya çıktığı Âşûrâ günü Allâh’a şükretmek için oruç tuttu, gemideki halka da oruç tutmalarını emretti. Sonra yanında kalan hubûbâttan yedi çeşit azığı topladı, onları birbirine karıştırarak pişirdi ve yediler. İşte, bugün de hubûbâtı karıştırıp pişirmek Nûh aleyhisselâmdan kalma bir adet olup müstehabdır. 

Devamını Oku

LÂ HAVLE VELÂ KUVVETE’NİN ESRARI

Resûlullah Efendimiz (s.a.v) buyurdular: “Kim ‘Lâ havle velâ kuvvete illâ billâhi'l-aliyyi'l-azim’ derse doksan dokuz hastalığa devâ olur ki en hafifi gam, tasadır.”
Resûlullah Efendimiz (s.a.v) buyurdular: Mirac gecesinde İbrahim (a.s.)’ı gördüm. ‘Yâ Muhammed, ümmetine selam söyle ve onlara haber ver ki cennetin toprağı tertemizdir, su lezzetlidir ve ona ağaç dikmek ise ‘Sübhanallahi velhamdülillâhi velâ ilâhe illallâhü vallâhü ekber velâ havle velâ kuvvete illâ billâhi'l-aliyyi'l-azim.’ sözüdür. 
Resûlullah (s.a.v) “Cennet fidanlarını çoğaltın” buyurdu. Ashab-ı kiram cennet fidanlarının ne olduğunu sordular “Mâşaallâhü Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh’tır.” buyurdular. 
BU MİLLET NELER ÇEKTİ!
Muâllim Hacı Selim’in “Anadolu Harpzedeleri” isimli hatıratından Birinci Dünyâ Harbini anlatan bir ibret manzarası: “Of!... bir kere görmüş olsa idiniz. Ne dehşetli bir yer! İnsan söylemekten âciz!...
Yolun iki tarafı kana bulanmış, bir çok insan cenâzeleri, hayvan leşleri, kırık araba ve tüfek parçaları dolmuştu. Diri bir kimse yoktu! Ben korkudan yaprak gibi titriyor ve ağlıyordum...
Kana bulanmış bir asker torbası buldum ve sevindim. İçinde dört parça ekmek vardı. Ekmeği yiyerek, ayağım topallayarak nereye gittiğimi bilmeden yürürken yolun kenarındaki cenâzeler arasından:
“Sefil çocuk, buraya gel!” sesini işittim ve dönüp baktım ki; yüzü gözü korkunç bir halde, kana, çamura bulanmış genç bir Türk zâbiti arkasındaki kaputu (paltoyu) zorlukla çıkardı ve: “Al ve giy, soğuktan telef olma!” dedi. Ben de hayretle:
“Amca! Böyle vakitte elbiseye senin benden çok ihtiyâcın vardır!” dedim. Zavallı, yürek parçalayan bir âh çekerek;
“Evlâdım! Ben kaputsuz da ölürüm. Belki bu kaput sebebiyle bir Müslüman çocuğu kurtulur!” dedi ve tâkatsiz yıkıldı.
Ne cömertlik, ne erlik!... 

Devamını Oku

TESBİH KULLANMAK !

Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) “Tesbîh, tehlîl ve takdîse devam ediniz. Gaflete düşüp de Tevhîd kelimesini de zikretmeyi unutmayın ve onu parmaklarınızla sayınız. Zira onlar da sorulacak ve konuşturulacaklardır.” buyurdular.
Ashâb-ı Kirâm tesbîhleri ve zikirlerini çekirdekler ve ufak taşlarla sayarlardı. Hz. Safiyye (r.anhâ) vâlidemizin dört bin çekirdek ile zikrettiği nakledilmiştir. 
Resûlullâh Efendimiz’in azadlılarından Ebû Safiye’nin bir sepeti olup onun içerisindeki ufak taşlar ile zikrini yapardı. Sa’d bin Ebî Vakkâs çakıl taşları veya çekirdekler ile zikrini sayardı. Hz. Hüseyin’in kerîmesi Fâtıma zikirlerini düğüm attığı iple sayardı. Ebû Hüreyre hazretlerinin de bin düğüm attığı bir ipi vardı ki onunla tesbîhini tamamlamadan uyumazdı. Ebû’d-Derdâ hazretleri bir kesede acve hurması çekirdekleri taşır, namazdan sonra onları tek tek çıkararak bitinceye kadar her birinde tesbîhini okurdu. Cüneyd-i Bağdâdî, Abdülkâdir-i Geylânî, Bişr-i Hâfî gibi evliyânın büyükleri de tesbih kullanmışlardır. Nice evliyanın vefâtlarından sonra tespihlerinin kendi kendine zikrettiği rivâyetleri kitaplarda geçmektedir. 
Hz. Alî; “Tesbîh ne güzel hatırlatıcıdır.” buyurdu.
Önceki ve sonraki İslâm âlimlerinden hiç birisi tesbih de bir kerâhet görmemiştir. Çoğu da yaptıkları zikirde -ne kadar çok yapsalar da- adedi gözetirlerdi. 
Hasan-ı Basrî hazretlerinin elinde tesbih gördüler de “Siz bu mertebeye gelmişken hâlâ tesbihle mi sayıyorsunuz?.” dediler. O da “Allâh’ı kalbimle, elimle ve dilimle zikretmeyi severim.” dedi. 
İmâm Suyûtî (r.h.) şöyle buyurdu:
Tesbih, zikrin devamlılığına yardımcı olur. Zira onu her gördüğünde zikir âleti olduğunu bilirsin ve o da seni zikre sevkeder. Allâh’ı zikrin devâmına sebep olan şey, ne güzel şeydir. 
Parmaklarla tesbîhi saymak, -eğer adedinde hata yapmayacak ise- tesbihten daha fazîletlidir. Eğer adedde hata ihtimali varsa tesbihle saymak daha fazîletlidir. 
Devamını Oku

İMÂM-I MÂLİK HAZRETLERİNDEN HİKMETLER


Mâlikî mezhebinin imâmı Malik bin Enes Hazretlerinin hikmetli sözlerinden bazıları:
• Fakir olup da âlim olmak, câhil iken zengin olmaktan daha iyidir.
• Kendi nefsini öven, kadir ve itibardan düşer. 
• İlim talebi üzere bulunanlar vakar sahibi olmalıdırlar. 
• Rezil şahıslar ile oturup kalkmaktan kaçınmak lazımdır. 
• Kötü ahlak sahibi olanlar ne kadar sûret-i haktan görünseler yine insanlar arasında (kötü) bilinirler.
• Hayra muvaffak olmak insan için saâdettir. 
• İlimden önce edeb öğrenmek lazımdır. 
• Bir insanın kendisine hayrı olmaz ise başkalarına hiç olmaz.
• Resûlullah’ın ashâbı hakkında ileri geri konuşmak câiz değildir. 
• “Eğer gücüm yeter olsa, kendi görüşleriyle Kur’ân-ı Kerîmi tefsir edenleri döverdim.” 
• “Yâ imam, insan sâdık dostunu neden akrabâsından çok seviyor?” diye soruldu. “Akrabâ cismen, sâdık arkadaş rûhen yakın oldukları için” buyurdular. 
SAĞLIĞINIZ İÇİN 
• Her gün bir bardak az yağlı süt içmek alışkanlık haline getirilmeli. 
• Beyaz peynir ve yoğurt yemeyi ihmal etmemeli. 
• Yiyecek ve içeceklerde mümkün olduğu kadar katkısız (organik) olan tercih edilmeli.
• Güneşten istifade edilmeli. 
• Fazla kilo vücud ve bel için bir yük olduğundan kiloya dikkat edilmeli. 
• Hekime danışmadan bel korsesi kullanılmamalı, bel çektirilmemeli. 
• Topuksuz veya yüksek topuklu ayakkabı yerine topuklarının yüksekliği normal, ökçeleri yumuşak ayakkabılar tercih edilmeli. 
• Ağır sporlar yerine yürüme veya yüzme gibi sporlar yapılmalıdır
Devamını Oku

HZ. ÖMERU’L-FÂRUK'UN (R.A.) ŞEHİT EDİLMESİ


Mecûsî Ebû Lü’lü, Hz. Ömer’e (r.a), efendisinden şikâyet edip “Mugîre benden günde iki dirhem haraç istiyor, bunu biraz hafifletin.” dedi. Hz. Ömer (r.a.) onun sanatını sordu. Köle “Tüccâr, nakkâş(nakışcı), demirci.” dedi. Hz. Ömer “Bu sanatlara göre haracını çok görmüyorum. Hem, ‘Yel değirmeni bile yaparım.’ demişsin.” buyurdu. Köle “Evet” deyince. Hz. Ömer “Öyle ise bana bir yel değirmeni yap.” dedi. Köle “Sana öyle bir değirmen yapacağım ki, doğudan batıya kadar bütün dillere destan olacak.” dedi. Hz. Ömer (r.a), “Bu kâfir beni öldürmek istiyor.” dedi. Etrafındakiler: “Emir buyurun, hemen onu öldürelim.” deyince de “Öldürmeden evvel kısas yapılmaz.” buyurdular.
Zilhicce ayının 23. günü sabah namazını kılmak üzere cemaat saf olurken, Ebû Lü'lü içeri daldı ve iki taraflı bir hançerle altı yerinden Hz. Ömer'i ve daha on kişiyi yaralayıp kaçtı. Yaralı sahabîlerden dokuzu şehîd oldular. 
Asıl ismi Firûz olan Ebû Lü’lü yakalanıp öldürüldü. 
Hz. Ömer (r.a.): Abdurrahmân İbni Avf (r.a)'a namaz kıldırmasını emredip, Ashâb-ı kirâmı topladı ve “Allâhü Teâlâ’ya hamd olsun ki bu ümmetin katlettiği kimse olmadım, bir Mecûsi’nin elinde şehid oldum. Hem diri, hem ölü iken halîfeliğin benim üzerimde olmasını istemem. Aşere-i Mübeşşere’den altı kişi söylüyorum. Bunlar halife olmağa lâyık kimselerdir. Aralarında müşâvere etsin, birini halife seçsinler. Ben onların hiçbirini kat'i olarak seçemedim. Bu altı kişi Osman bin Affan, Ali bin Ebi Tâlib, Talha, Zübeyr, Sa’d bin Ebî Vakkas ve Abdurrahman ibni Avf’dır.” buyurdu. (Radıyallâhü anhüm)
Hicretin 23. senesi Zilhicce’nin son günü irtihâl-i dâr-ı bekâ eylediler. Hilâfeti on sene altı aydır. Cenâzesi Peygamber Efendimizin (s.a.v.) türbesinde Hz. Sıddîk’in yanına götürüldü. Birisi ilerleyip: “Esselâmü aleyke yâ Rasûlallâh! Ömer’i getirdik. Eğer izniniz olursa Ravza içine defnedeceğiz.” dedi. Oradaki Ashab-ı Kirâm, Rasûlullâh'ın (s.a.v) mübârek sesini duydular: “Benim yârimi bana getirin.” Hücre-i Saâdetin kapısı açıldı. Hz. Ebû Bekir’in sol yanında hazırlanan kabrine defnedildi. (Radıyallâhu anhüm.) 

Devamını Oku

KABİR SUÂLİ


Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) Ashâbına “Kabir suallerine vereceğiniz cevapları öğreniniz, zira siz ondan mes’ûlsünüz.” buyururlar idi. Ensâr’dan bir zatın evinde bir müslümanın vefâtı yaklaşınca ona bu husûsta tavsiye ve telkînde bulundular.
Ashâb-ı Kirâm da çocuklarından biri iyiyi kötüden ayırabildiği vakit ona “Sana 'Rabbin kimdir? diye sorduklarında ‘Rabbim Allâh’dır, de. Sana ‘Dînin nedir?’ diye sorduklarında ‘dînim İslâm’dır, de. Sana ‘Peygamberin kimdir?’ diye sorduklarında da ‘Muhammed aleyhissalâtü vesselâmdır’ de” diye belletirlerdi.

Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) oğlu İbrâhîm’i defnettiğinde kabri başında durup şöyle buyurdular: “Ey oğlum, kalb mahzûn olur, gözden yaş akar. Bizler, Rabbin gazabını celbeden söz etmeyiz. Ancak, ‘innâ lillâhi ve innâ ileyhi râci'ûn.’ deriz. Ey evlâdım, sana sorulduğunda Rabbim Allâh’dır, dînim İslâm, Resûlullâh da babamdır, de.” buyurdular. Ashâb-ı Kirâm ağladılar. Hazret-i Ömer ise sesli olarak ağlamaya başladı.

Resûlullâh (s.a.v.) Ashâbına baktı da Hz. Ömer’in ve onunla beraber Ashâb’ının ağlaştığını gördü. Sonra “Ey Ömer, seni ağlatan nedir?’ buyurdular. O “Yâ Resûlallâh, bu senin evladındır, hem o bâliğ (ergen) de değildir. Kalem onun hayır ve şerden hiçbir amelini yazmamıştır. O senin telkînine muhtâc oluyor. Ya Ömer’in hâli ne olur? Halbuki o mükellef tutulmuş, kalem hayırdan şerden amelini yazmıştır. Onun senin gibi telkîn verecek kimsesi de yoktur.
Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) ağladı, Ashâbı da onunla ağlaştılar. Bu sırada Hz. Cebrâîl geldi ve “Rabbin sana selâm ediyor ve sana şu âyeti indirdi.” buyurup İbrâhîm sûresinin, 27. âyet-i celîlesini okudu. Bu âyet-i celîle ölüm vaktinde ve kabirde Allâh’ın mü’minleri hak söz yani ‘Lâ ilâhe illallah Muhammedün Rasûlüllah’ kelime-i tevhidi ile sâbit kılacağını müjdelemektedir. Resûlullâh aleyhisselâm bunu Ashâbına bildirdiler ve gönüller hoş olup kalbler yatıştı ve Allâh’a şükrettiler.
Devamını Oku

23 Ekim 2012 Salı

TEVEKKÜL ?


Huzeyfe-i Mer’aşî, İbrahim bin Ethem hazretlerine hizmet ederdi. Bunun sebebini sorduklarında, şöyle anlattı:
Birlikte Mekke’ye giderken çok acıkmıştık. Kûfe’ye gelince, açlıktan yürüyemez oldu. Kalem ve kâğıt istedi. Bulup getirdim. Kağıda şöyle yazdı:

“Bismillâhirrahmânirrahîm. Herşeyde, her hâlde sana güvenilen Rabbim! Herşeyi veren sensin. Sana her an hamd ve şükr eder, Seni bir an unutmam. Aç, susuz ve çıplak kaldım. İlk üçü, benim vazifemdir. Elbette yaparım. Son üçünü de sen söz verdin. Senden bekliyorum.”
Bana verdi ve buyurdu ki:
- Dışarı git ve Allahü teâlâdan başka kimseden birşey umma ve ilk karşılaştığın adama bu kâğıdı ver!

Dışarı çıktım. İlk olarak, deve üstünde biri ile karşılaştım. Kâğıdı ona verdim. Okudu, ağlamağa başladı.


Devamını Oku

İlk Ezan


Tarih 16 Haziran 1950. Yer, Sultanahmet Meydanı. Bir dönem Diyanet İşleri Başkan Vekilliği de yapan Hoca, verdiği bir röportajda o günü şöyle anlatıyor:
      “Ezanın Türkçe okunduğu günlerdi. Bir Cuma günüydü ve Sultanahmet câmisine namaz kılmaya gidiyordum. Fakat her zamankinden farklı olarak câminin avlusunda büyük bir kalabalık ve telâş vardı. Ben ve yanımdaki arkadaşım, merakla câmi avlusuna doğru ilerledik. Baktık ki câminin içinden çok, avluda insan var. Onlar bir şeyler duymuşlar ama biz henüz bilmiyoruz. Girdik içeri. Avluda baktık ki herkes yukarı bakıyor. Câmiye giren falan yok. Herkes yukarı bakıyor. Birden câmi minarelerinin bütün şerefelerinden, “Allahü Ekber! Allahü Ekber!” diye ezan okunmaya başladı. Meğer câminin imamı, her bir şerefeye bir müezzin yerleştirmiş, birbiri ardına nasıl ezan okuyacaklarını da onlara güzelce tembihlemişti. Durumdan haberi olmayan câminin içindeki cemaat da ezanı duyar duymaz kendilerini dışarı attı.
     Avlu hıncahınç doluydu. Herkes İstanbul semalarını inleten ezanı dinliyordu. 14 müezzin 6 minarenin 14 şerefesinden biri başlıyor, öbürü bitiriyor, yarım saate yakın sürdü ezan. Bunu, İstanbul’un diğer câmileri takip etti… İstanbul’un bütün minarelerinden, yıllardır özlemini çektiğimiz hakiki ezan sedaları yükseliyordu göklere… Bu bir rüyâ değil, gerçekti. Minarelerden ezan okunuyordu. Ezan sesini duyan herkes olduğu yerde durmuştu. Sanki yere çivilenmiştik; ben ve Sultanahmet Meydanı’nı dolduran bütün insanlar. Sokakta oynayan çocuklar bile oyunlarına ara verip, Allahü Ekber, Allahü Ekber sedalarını dinler oldular. O an anlatılmaz, yaşanır ancak…”
O gün ülkenin dört bir yanında benzer manzaralar yaşandı. Ezanın Arapça okunmasına imkân kılan Meclis kararı o gün radyolardan ilan edilince, Türkiye'nin dört bir yanında halk sevinçten sokaklara döküldü. Bütün gözler minarelere çevrildi ve ilk ezan sesi beklenmeye başlandı. Halk sevinçten çılgına döndü. Gözyaşları tüm Türkiye'de sel olup aktı...

Doç. Dr. Osman Özsoy 15.06.2007
Devamını Oku

FENÂ FİLLÂH (Allahü teâlâdan Başka Herşeyi Unutmak)


İmâm-ı Rabbânî “rahmetullahi aleyh”, (Me’ârif-i ledünniyye) kitâbında, yirmialtıncı ma’rifetde buyuruyor ki:
(Fenâ) Allahü teâlâdan başka herşeyi unutmak demekdir. (Âlem-i emr)de bulunan beş latîfenin, insanda, birer sûreti, benzeri vardır. Bu beş latîfeye, (Kalb), (Rûh), (Sır), (Hafî) ve (Ahfâ) ismleri verilmişdir. Evliyânın çoğu, bunları birbirinden ayırd etmemiş, hepsine rûh demişlerdir. Rûh deyince, beşi de anlaşılmakdadır. İşte bu rûh, ya’nî latîfeler, bu bedene te’alluk etmeden, bununla birleşmeden önce, Allahü teâlâyı biliyordu. Allahü teâlâya karşı, biraz teveccühü, tanıması, sevgisi vardı. Kendisine ilerlemek, yükselmek kuvveti, hâssası verilmişdi. Fekat, bu bedenle birleşmeden önce bu bedene karşı muhabbet verildi. Sonra bu bedene doğru bırakıldı. Kendini bedene atdı. Çok latîf, yayılma kuvveti pek çok olduğundan, bedenin her yerine sindi, işledi. Bedende tanınmaz, bilinmez oldu. Kendini unutdu. Kendini beden sandı. Bedende fânî oldu. İşte insanların çoğu, kendini yalnız beden sanıyor. Rûhun varlığını bilmiyor ve rûha inanmıyorlar.

Allahü teâlâ, çok merhametli olduğu için, merhamet ederek, insanlara, ya’nî rûhlara, Peygamberlerle “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” haber gönderdi. Onları kendisine çağırdı. Bu karanlık bedene bağlanmalarını yasak etdi. Ezelde iyi olmaları takdîr edilmiş olanlar, bu emri dinleyip bedene olan bağlılığına son verir. Ona vedâ’ eder. Yükseklere döner. Bedenle
Devamını Oku

Dünya Kıble Günü Olduğunu Biliyormuydunuz ?

Kıble tayininde yapılan hatâları gidermek için, 28 Mayıs ve 16 Temmuz târihleri, Dünya Kıble Günü olarak kutlanmaktadır.
Yılda iki defâ güneş tam Kâbe-i Şerîf üzerinde bulunur. Bu iki vakitte, dünyanın herhangi bir yerinden, güneşe doğru dönen kimse, aynı zamanda Kâbe-i şerîf’e (kıbleye) dönmüş olur. Böylece bir yerin kıble yönü kolayca tayin edilebilir.

Devamını Oku

Bayram Namazı Nasıl Kılınır ?

Bayram namazı iki rekâttir. Cemaatle kılınır. Birinci rekâtte Sübhâneke’den sonra tekbir getirilerek eller üç defa kulaklara kaldırılıp birinci ve ikincisinde iki yana salınır. Üçüncüsünde, göbek altına bağlanır. Fâtiha ve zamm-ı sûre okunup rükû ve secdeler yapılır. İkinci rekâte kalkılarak, Fâtiha ve zamm-ı sûre okunduktan sonra, tekbir getirilerek iki el yine üç defa kulaklara götürülür. Üçünde de eller yana salınır. Dördüncü tekbirde, eller kaldırılmayıp, rükûa eğilinir. Secdeler yapılıp oturduktan sonra, selâm verilir.
Kısaca Usûl şöyledir: İki salla bir bağla, üç salla bir eğil.)
Devamını Oku

Duanın Tedavi Edici Gücü !!

Amerikalı bilim adamları; hastanın, bir başkasının kendisi için duâ ettiğini bilmesi hâlinde tedavisinin hızlandığını gördü...
Duânın gücünü araştıran ABD’li bilim adamları, huzurun kaynağı olan inanç ve ibâdetin insan sağlığı için de çok önemli olduğunu bilimsel olarak ortaya koydu.
2000 yılından bu yana duâ ve ibadet üzerine yapılan 6 bin araştırmayı inceleyen Amerikan Time dergisi, Batılı bilim dünyasının yavaş yavaş duânın gücü konusunda ikna olmaya başladığını yazdı. Derginin kapağına taşıdığı bilimsel araştırmaya göre; hastanın, bir başkasının kendisi için duâ ettiğini bilmesi, tedavisini hızlandırıyor. Birilerinin kendisi için duâ ettiğinden habersiz olan kişilerde ise bu etki görülmüyor. Uzmanlar bunu “placebo” etkisine benzetiyor. Yani, ağrı kesici diye verilen şeker haplarının bir hastanın ağrılarını geçirmesi gibi, bir kişinin kendileri için duâ ettiğini bilen hastalarda bunun “kendilerini iyileştireceği” düşüncesini meydana getirdiği ve psikolojik olarak kendilerini iyi hissetmelerini sağladığı düşünülüyor. Pittsburg Üniversitesi Tıp Merkezi tarafından yapılan araştırmaya göre de düzenli olarak ibâdet edenlerin ömrü uzuyor.

Kaynak : Türkiye Gazetesi Dış Haberler Servisi
Devamını Oku

MÜSLÜMANIN VASIFLARI


Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
"İnsanlara merhamet etmeyene, Allahü teâlâ merhamet etmez."
"Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez. Onun yardımına koşar. Onu küçük ve kendinden aşağı görmez. Onun kanına, malına, ırzına, nâmusuna zarar vermesi harâmdır."
"Allaha yemîn ederim ki, bir kimse kendisi için sevdiğini, din kardeşi için de sevmedikçe îmânı tamam olmaz."
"İhtiyârlara saygı gösteren ve yardım eden, ihtiyârlayınca, Allahü teâlâ ona da yardımcılar nasîb eder."
"Bir kimse, sevmediği birisine belâ, sıkıntı geldiği için sevinirse, Allahü teâlâ, bu kimseye de bu belâyı verir."
"Kalbinde merhameti olmayanın îmânı yoktur?" [Yani îmânı kâmil değildir.]
"Allaha yemîn ederim ki, kötülüğünden komşusu emîn olmayanın îmânı yoktur." [Yani, hakîkî mümin değildir.]
"Küçüklerimize acımayan ve büyüklerimize saygılı olmayan, bizden değildir."
"Allahü teâlâ, dünyalığı, dostlarına da düşmanlarına da vermiştir. Güzel ahlâkı ise, yalnız sevdiklerine vermiştir."
"Bir kimsenin ırzına, malına saldıranın sevapları, kıyâmet günü o kimseye verilir. İbâdetleri, iyilikleri yoksa, o kimsenin günâhları buna verilir."
"Allahü teâlâ indinde günâhların en büyüğü, kötü huylu olmaktır."
Devamını Oku

22 Ekim 2012 Pazartesi

MÜBÂREK GÜN VE GECELER


Mübârek geceleri ihyâ etmeli, yani kazâ namazları kılmalı, Kur'ân-ı kerîm okumalı, duâ ve tevbe etmeli, sadaka vermeli, Müslümanları sevindirmeli, bunların sevabını ölülere de göndermelidir. Mübârek gecelerde, tevbe ve istiğfar etmek, Allahü teâlâya ilticâ etmek, yalvarmak, günahlarını düşünmek, ayıplarını kusurlarını hatırlamak, kıyametteki azapları düşünüp korkmak, Cehennemin sonsuz acılarından titremek lâzımdır. Af ve mağfiret için çok yalvarmalıdır. Mübârek geceler şunlardır:
1- Kadir Gecesi: Ramazan ayı içinde bir gecedir. İmâm-ı Âzam Ebû Hanife “rahmetullahi aleyh” hazretleri; “27. gecesi olması çok vâki olur.” buyurdu.
2- Fıtr (Ramazan) Bayramı gecesi: Ramazanın son günü ile bayramın 1. günü, arasındaki gecedir.
3- Arefe Gecesi: Arefe günü ile Kurban bayramının 1. günü arasındaki gecedir. Arefe, Zil-hicce’nin 9. günüdür. Başka günlere Arefe denmez!
4- Kurban Bayramı geceleri: Kurban bayramının 1, 2 ve 3. günlerinden sonraki gecelerdir. Bu 3 güne “Eyyâm-ı nahr” denir. 
5- Mevlid Gecesi: Rebî’ul-evvel ayının 11. ve 12. günleri arasındaki gecedir. Peygamber efendimizin doğduğu gecedir.
6- Berat Gecesi: şaban ayının 15. gecesidir.
7- Mirâc Gecesi: Receb ayının 27. gecesidir.
8- Regâib Gecesi: Receb ayının ilk Cuma gecesidir.
9- Muharrem Gecesi: Muharrem ayının 1. gecesi, Müslümanların kamerî yılbaşı gecesidir.
10- Aşûre Gecesi: Muharrem ayının 10. gecesidir.
Bunlardan başka, Fıtr Bayramının diğer geceleri, Zil-hicce ve Muharrem aylarının ilk on geceleri, haftanın her Cuma ve Pazartesi geceleri de mübârektir. Yukarıdaki on geceden beşinci, altıncı, yedinci ve sekizinci gecelere Kandil geceleri denir.
Devamını Oku

PEYGAMBERİMİZİN HZ. ALİ’YE VASİYETLERİ

Peygamberimiz birgün Hazret-i Ali’yi huzuruna çağırıp şöyle buyurdu:
“Yâ Ali! Sen bana Harun aleyhisselâmın Musa aleyhisselâma olduğu gibisin. Fakat benden sonra Resûl gelmez. Sana vasiyet ederim. Dinleyip ezberlersen, şükredenlerden olursun ve şehit olursun. Allahü teâlâ hazretleri seni kıyamet gününde fakîh ve âlim olarak diriltir.
Bil ki müminin 3 alâmeti olur: Namaz kılmak, oruç tutmak ve sadaka vermek.
Riyâkârın 3 alâmeti olur: Başkalarının yanında namazın rükû’unu ve secdesini tam yapar; tenhada hiçbir rüknü yerine getirmez. Methettikleri zaman seve seve yapar. Allahı açıkta çok zikreder.
Zâlimde 3 alâmet olur: Kendinden aşağı olana baskı yapar. Gücü yetince halkın malını zor ile alır. Yiyip, giyindiğini hiç incelemez.
Kıskançlarda 3 alâmet olur: Yanında iken, karşısındakine yaltaklanır. Uzaklaşınca onu gıybet eder. Her kime musîbet erişirse, sevinir.
Münâfıkta 3 alâmet olur: Yalan söyler. Sözünde durmaz. Emanete hıyanet eder.
Tembellerde 3 alâmet olur: Allahü teâlânın emirlerini yapmakta tembellik eder. Kusurlu amel edip ameli boşa gider. Namazı tehir eder. Hattâ vaktini de geçirir.
Tevbe eden kimsede 3 alâmet olur: Haramlardan kaçınır. İlim öğrenmekte gayretli olur. Günaha bir daha geri dönmez.
Akıllı kimsede 3 alâmet olur: Dünya malına bağlanmaz. Sıkıntı çeker. Kıtlıkta sabreder.
Ahmak olanın 3 nişanı vardır: Allahü teâlânın farzlarında tembellik eder. Abes sözleri çok söyler. Mahlûklara eziyet eder.
İyi bahtlı olanın 3 nişanı vardır: Helal yer, ilim meclisinde bulunur, beş vakit namazı cemaatle kılar.
Kötü amelli olanın 3 alâmeti vardır: Allahın emirlerini yapmakta tembellik eder. Herkese ziyânı dokunur. İyilik edene, kötülük eder.
Günahkârların 3 alâmeti vardır: Çok yanılır ve hata eder. Oyun ve çalgı ile meşgul olur. Unutkan olur.
Süflî (âdi) olanın 3 nişanı vardır: Akrabayı azarlar. Komşuya eziyet eder. Günah işlemeyi sever.
Allahü teâlânın reddettiği kimsenin 3 alâmeti vardır: Yalanı çok söyler. Yalan yere çok yemin eder. Halka sıkıntı verir.
Dost olanın 3 alâmeti vardır: Malını sana fedâ eder. Nefsini sana feda eder. Senin sırrını gizli tutar.
Kâfirin 3 nişanı vardır: Dininde şüphe eder. Allahü teâlânın dostlarını düşman tutar. Rabbine taat ve ibâdet etmez.”
Devamını Oku

YANMAYAN HIRKA


Hazret-i Mevlânâ rahmetullahi aleyh zamanında 40 rahip birleşir, Konya’ya gelirler. “Şu Mevlânâ’ya haddini bildirelim!” derler.
Şöyle ki; 40 sual hazırlamışlardır İslâmiyetten. Güyâ imtihan edeceklerdir bu büyük velîyi. Yola çıkıp, Mevlânâ dergâhına yönelirler. Yol boyunca; “Bu suâlleri cevaplaması imkânsız” derler.
Derken, Hazret-i Mevlânâ ile bir fırının önünde karşılaşırlar. Ne diyeceklerini şaşırırlar.
- Ee şey, der biri. Sizi ziyarete geliyorduk.
Büyük velî onları, hoş karşılar ve şöyle der:
- Hoş geldiniz, sizin niyetinizi biliyorum. Haydi sorun bakalım suâllerinizi?
İlk darbeyi yemişlerdir. Ayaküstü sorarlar:
- Kur’ânda; “Her nefs, Cehennemden geçecektir.” buyuruluyormuş, öyle mi?
- Evet, öyledir.
- Yani, kâfirler de, Müslümanlar da Cehennemden geçecek öyle mi?
- Elbette geçecek.
- Peki, Müslümanlar da Cehennemden geçecekse, “İslâmın üstünlüğü” nasıl belli olacak?

- Cehennem ateşi, Müslümanları yakmayacak ki. Müslümanlar Sırat Köprüsü’nden geçerken, Cehennem; “Ey müminler! Çabuk geçin ki, nurunuz ateşimi söndürüyor!” diye seslenecek ve ateş de, o nurlara dayanamayıp sönecek. Ama aynı ateş, kâfirleri yakacaktır.

Rahipler şöyle itiraz ederler:
- Hayır, olmaz öyle şey.
- İsterseniz deneyelim. İşte fırın. Çıkarın gömleklerinizi!

Hepsi gömleklerini çıkarırlar. Hazret-i Mevlânâ, onları toparlar. Üzerine de kendi hırkasını sarıp, fırının ateşi içine atar.

Az sonra çıkarıp birlikte bakarlar. Hazret-i Mevlânâ’nın hırkası sapasağlam, yanıktan iz bile yokken, içindeki gömleklerin hepsi yanıp kül olmuştur. Bu kerâmeti görünce, hepsi insafa gelip, kırkı da iman ile şereflenirler.
Devamını Oku

19 Ekim 2012 Cuma

Muhammed Aleyhisselâmın Ahıret ile İlgili Bildirdikleri


İmam-ı Rabbani hazretleri buyurdu ki: Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmın haber verdiği; kabir azâbı, kabirin ölüyü sıkması, kabirde Münker ve Nekîr denilen iki meleğin suâl sorması, kıyâmette herşeyin yok olacağı, göklerin yarılacağı, yıldızların yollarından çıkıp dağılacakları, küre-i Erdın, dağların parçalanması ve herkesin mezardan çıkması, mahşer yerine toplanması, yâni ruhların cesedlere gelmesi, kıyâmet gününün zelzelesi, o günün dehşeti, korkusu ve kıyâmette suâl ve hesap ve dünyada yapılmış olan şeylere orada, ellerin, ayakların ve her azanın şehâdet etmesi ve iyilik ve kötülük defterlerinin uçarak sağ veya sol taraftan verilmesi ve iyiliklerin ve günahların, oraya mahsûs bir terâzîde tartılması haktır, doğrudur.
Orada önce Peygamberler, sonra sâlih kullar yâni Evliyâ-i kiram, Allahü teâlânın izni ile, günahı çok olan müminlere şefaat edecektir. Peygamberimiz buyurdu ki: “Ümmetimden büyük günahları olanlara şefaat edeceğim”.
Cehennemin üzerinde sırât köprüsü vardır. Müminler, bu köprüden geçip, Cennete gidecektir. Kâfirlerin ayakları kayarak, Cehenneme düşeceklerdir.
Devamını Oku

NAMAZ DİRİLİŞTİR


Ülkemizde, bugüne kadar pek çok kampanyaya, boykota, seferberliğe davet edildiniz ya da tanık oldunuz; belki bunların bir kısmına da katıldınız.

Beş vakit namazın bize hediye edildiği Miraç gecesinin arefesinde, sizleri, dünya ve ahiretinizi kurtaracak bir seferberliğe çağırıyoruz: “Namazla Diriliş” seferberliğine!.. Sizleri namaz kılmaya, şayet kılıyorsanız ona dört elle sarılmaya, hiç kazaya bırakmıyorsanız bile huşûyu keşfetmeye ve namaz için çalışmaya davet ediyoruz.

Rabbimizin Kur’an’da 70 kez emrederek en çok önem verdiği ibadet olan namaz, dinimizin “olmazsa olmazı”dır!... İslâm’ın ilk farzı îman, ikincisi namazdır. Peygamberimiz (s.a.v.)’in haber verdiği üzere, ahirette kendisinden hesaba çekileceğimiz ilk amelimiz namazdır. Yine namaz, O’nun ifadesiyle; ‘Dinin direği’, ‘Müminin miracı’, ‘Cennetin anahtarı’ ve ‘Gözüm(üz)ün nûru’dur.

Ne var ki, yüzde 99’u Müslüman olan ülkemizde, bir ankete göre, beş vakit namaz kılanların oranı sadece yüzde 25’tir. Kılanların da ara sıra kazaya bırakmak, aceleye getirmek, gereken önemi vermemek ve kıldığı namazın farkında olmamak gibi problemleri vardır. Zaten millet ve İslâm âlemi olarak çektiğimiz sıkıntıların en büyük sebebi, namazı terk etmektir. Çünkü
Devamını Oku

BİLÂL-İ HABEŞÎ KİMDİR ?

     Hz. Peygamber'e ilk iman edenlerden biri ve sonradan ona müezzin olan sahabî. İslâm tarihinde unutulmaz yeri olan Bilâl-î Habeşî, aslen Habeşlidir. Anasının adı Hamâme, babasının adı Rebah, künyesi Abdullah'tır.
      Bilâl, İslâm'ın ilk tebliğ yıllarında Ümeyye b. Halef'in kölesiydi. İslâm'ın ortaya çıktığı yıllarda bir çok kimse, soy ve soplarının yüksekliğine, şirk toplumu içindeki nüfuzlarına bakarak kavim ve kabîle taassubuna düşmüş, İslâm'a cephe almış ve sapıklıkta kalmışlardı. Bilâl b. Rebah gibi kimseler de zayıf ve acizliklerine rağmen hak davete uyup şirkten kurtulmuşlardı. İşte Bilâl b. Rebah (r.a.) İslâm davetine ilk icabet edenlerden biriydi.
      Ümeyye b. Halef, kölesi Bilâl'in müslüman olduğunu anladıktan sonra, onu İslâm'dan çevirmek için yapmadığı eziyet ve işkence kalmamıştı. Ümeyye, öğlen vakti güneşinin bir yanardağ kesildiği anda, Bilâl'i alır, kızgın kumların üzerine yatırır, sırtına kocaman bir taş koyar ve şöyle derdi: "Muhammed'e küfret; Lat ve Uzza'ya iman et. Yoksa onlara iman edinceye kadar böylece kalacaksın."

Bilâl'in kızgın kumlar üzerinde sırtı yanar, göğsü yanar, nefesi tıkanır, bu müthiş işkence
Devamını Oku

Duanın Manevî İklimi ve Dua Fakirliği


İnsanî çabaların yeterli olmadığı böyle zamanlarda Rabbine yöneliş, insana coşkun/derin bir manevî huzur ve güven duygusu verir. Ona asla çaresiz ve yalnız olmadığını hatırlatan bu huzur ve güven hâli, sonsuzdan gelen ilâhî bir esintinin hissedilişi gibidir.
İnsanın Allah’la iletişimi, irade sahibi biricik şuurlu varlık olması nedeniyle, diğer varlıklardan farklı bir biçim ve içerikte gerçekleşir. Yüce Yaratıcı insanı başka hiçbir varlığa tanımadığı belirli ayrıcalıklarla donatmış ve varlıklar içerisinde yalnız ona kendisiyle bilinçli iletişim kurabilme imkânını bahşetmiştir. Bu iletişimin din dilindeki adı duadır. Dua, kişinin Yüce Allah’la kurduğu çok özel bir iletişim şeklidir. Bu sevgi ve içtenliğe dayalı iletişim en yalın hâliyle, aşık ve maşuk arasındaki ilişkidir. Zira bu ilişkinin bir tarafında özünde ilâhî nefes taşıyan insan, diğer tarafında ise, o nefesin ve her şeyin kaynağı olan Yüce Yaratıcı bulunur. Bu anlamıyla dua, “Öz”den gelenin “Öz”e sevgi, şükran, minnet, dilek ve bağışlanma duygularını iletme imkânı bulduğu en içtenlikli yakarışıdır. Bu öyle bir yakarıştır ki, insanlar arası ilişkilerde geçerli pek çok ölçüt, bu durumda değersizleşerek önemini yitirir. Zaman, mekân, ırk, renk, dil, makam, mevki, zengin ve fakir ayrımları/engelleri ortadan kalkar ve insan Yaratıcı’sıyla en yalın hâliyle buluşur. Bu özelliğiyle dua insana, istediği yer ve zamanda Yüce Allah’la dilediği gibi karşılaşabilme imkân ve özgürlüğü sunan benzersiz bir niteliğe sahiptir. Dua esnasında kişi, kendisi hakkındaki tüm gizlilikleri bilen Rabbiyle baş başa
Devamını Oku

18 Ekim 2012 Perşembe

TERVİYE GÜNÜ NE ZAMANDIR VE NE ANLAMA GELİR

     Zilhicce ayının 8. gününe Terviye günü denir. O gün hacılar Mekke’den Minâ’ya çıkarlar. Terviye denmesinin sebebi, hacıların o gün Zemzem suyundan çok içip kanmalarındandır. Terviye, tefekkür mânâsına da kullanılmaktadır.
    İbrahim aleyhisselâm, Zilhicce ayının 8. gecesi, rüyâsında “Kendi oğlunu keser hâlde” gördü. Sabah olunca, “Rüyâ şeytanî midir, Allah tarafından mıdır?” diye terviye ve tefekküre dalıp, o günü tefekkürle geçirdi. Arefe gecesi olduğunda kendisine; “Emrolunduğun şeyi yerine getir!” buyurulunca, Allahü teâlâ tarafından olduğunu bildi. Bildiği için o güne, bilmek anlamına gelen Arefe, dendi. Arefe, Zilhicce’nin 9. günüdür. Başka günlere Arefe denmez.
Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
  “Bir Müslüman, Terviye günü (Arefe gününden bir önceki gün) oruç tutarsa ve günâh söylemezse, Allahü teâlâ, onu elbette Cennete sokar.” “Rahmet kapıları 4 gece açılır. O gecelerde yapılan duâ, tevbe red olmaz. Ramazan ve Kurban bayramının 1. geceleri, Berât gecesi ve Arefe gecesidir.
Devamını Oku

16 Ekim 2012 Salı

KURBAN VE KURBAN BAYRAMI HAKKINDA DETAYLI BİLGİ

Kurban, kurban bayramı günlerinde ibadet niyetiyle belli hayvanlardan birini keserek yapılan bir ibadettir. Kurban, Allah Tealâ'nın ihsan buyurduğu varlığa bir teşekkürdür.
Kurban ibadeti İslâmiyetten önce de vardı
Cenab-ı Hakk'ın dostu olma şerefiyle şereflenmiş bir peygamber olan İbrahim (a.s.) bir adakta bulunmuş, bir oğlu olduğu takdirde onu Allah'a kurban edeceğini adamıştı. Aradan geçen zaman içerisinde oğulları olmuş ama o, adağını nasılsa unutmuştu. Rüyada oğlunu kurban ediyor görmüş ve irkilmişti. Hz. İbrahim bu rüyayı üç ayrı gece görmüştür. Peygamberlerin rüyası vahiy olduğu gibi onlar tarafından yapılan tabirleri de vahiydir. İbrahim a.s. da rüyasını, oğlunu kurban etmesi gerektiği şeklinde tabir etmiş ve böylece bu tabir de vahiy olmuştur. Artık Hz. İbrahim'in bu vahyi yerine getirmesi gerekiyordu.
     Elbette bu çok zordu ama Allah'tan aldığı vahye uymaması daha zordu. İbrahim a.s büyük bir imtihan karşısında olduğunu anladı. Hiç tereddüt etmeden Allah'a teslim oldu ve durumu oğlu İsmail aleyhi's-selâm'a açmaya karar verdi.
     Şimdi konu ile ilgili olarak Kur'an-ı Kerim'in açıklamalarını dinleyelim: Allah Teala buyuruyor:
"İbrahim 'Ey Rabbim, bana iyilerden (bir oğul) ihsan et' dedi. Biz de kendisine yumuşak huylu bir oğul müjdeledik. Oğlu yanında koşacak çağa gelince, 'Ey oğlum, ben seni rüyamda boğazladığımı gôrüyorum, bir düşün, ne dersin ?' dedi. (İsmail) Babacığım, sana ne emrolunuyorsa yap. İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksın.' dedi. Her ikisi de Allah'a teslim oldular (Allah'ın emrine boyun eğdiler). İbrahim, oğlunu şakağı üzerine yatırdı. Biz de ona şöyle seslendik: 'Ey İbrahim, rüyana gerçekten sadakat gösterdin, şüphesiz ki bu apaçık bir imtihandı.' Dedik ve ona (İsmail'e karşılık ) büyük bir kurbanlık fidye verdik. Kendisine sonradan gelenler için de iyi bir nam bıraktık. Selam olsun İbrahim'e. İşte biz iyilik yapanları böyle ödüllendiririz. Çünkü 0, bizim mümin kullarımızdandır." (1)
Görülüyor ki, Kur'an da Hz. İbrahim'in gördüğü rüyanın vahiy olduğunu teyit etmiştir. Çünkü Cenâb-ı Hak kendisine seslenirken: "Ey İbrahim, gördüğün rüyaya gerçekten sadakat gösterdin." buyurmuştur.
İbrahim a.s, Allah'ın emrine boyun eğerek oğlunu kurban etmek üzere şakağı üzerine yatırınca Cenab-ı Hak, İsmail'in yerine bir koyun kurban etmesini emretmiştir. Bu, Allah'ın insanlığa büyük bir lütfudur. Allah, insanları Hz. İbrahim'in aracılığı ile insanı kurban etmekten korumuş olmasaydı muhtemelen
Devamını Oku

ZİL-HİCCE AYI VE FAZİLETİ


Kurban bayramının bulunduğu aya Zil-hicce ayı denir. Zil-hicce ayının ilk on gününde yapılan ibâdetlerin kıymeti çoktur. Bu husustaki hadîs-i şerîflerden birkaçı şöyledir:
“Zil-hiccenin ilk günlerinde tutulan oruç, bir yıl oruç tutmaya, bir gecesini ihya etmek de Kadir gecesini ihya etmeye bedeldir.” [İbni Mace]

“Zil-hiccenin ilk on gecesinde yapılan amel için, 700 misli sevap verilir.”   [Beyheki]
“Terviye günü oruç tutup, günah söz söylemeyen Müslüman Cennete girer.” [Ramuz] 
“Zil-hiccenin ilk 9 günü oruç tutan, her günü için, yüz köle azat etmiş veya cihad edenlere yüz at vermiş veya Kâbe’ye kurban için yüz deve göndermiş gibi sevap alır.”[R. Nasıhin]
“Zil-hiccenin ilk on günü fazilette bin güne, Arefe günüyse on bin güne eşittir.” 
[Beyheki]
“Allah indinde Zil-hiccenin ilk on gününde yapılan amellerden daha kıymetlisi yoktur. Bugünlerde tesbihi, tahmidi, tehlili ve tekbiri çok söyleyin!”               [Taberani] 

(Not:Tesbih: Sübhanallah, Tahmid: Elhamdülillah, Tehlil: Lâ ilâhe illallah, Tekbir: Allahü ekber demektir.) 
Eshâb-ı kirâm; (Yâ Resûlallah! Bu ayın ilk günleri yapılan ameller, Allah yolundaki cihaddan da mı daha kıymetlidir?) dediklerinde;

“Evet, cihaddan da kıymetlidir. Ancak canını, malını esirgemeden harbe gidip şehit olanın cihadı daha kıymetlidir.” buyurdu.    (Buhari) 
Hazret-i Ebüdderda buyurdu ki: 
Zil-hiccenin ilk 9 günü oruç tutmalı, çok sadaka vermeli ve çok duâ ve istiğfar etmelidir! Çünkü Resûlullah; “Bu on günün hayır ve bereketinden mahrum kalana yazıklar olsun!” buyurdu.
Zil-hiccenin ilk dokuz günü oruç tutanın, ömrü bereketli olur, malı çoğalır, çoluk çocuğu belalardan muhafaza olur, günahları affolur, iyiliklerine kat kat sevap verilir, ölürken kolay can verir, kabri aydınlanır. Cennette yüksek derecelere kavuşur.  
Devamını Oku

10 Ekim 2012 Çarşamba

IMAM-I ÂZAM'DAN TAVSIYELER


1) Ancak ilmi bir ihtiyaçtan dolayi devlet baskani ile yakin iliski içinde ol. Onun yaninda ates içerisinde imis gibi ol. Çünkü sultan kendisi için istedigini baska hiç kimse için istemez.
2) Devlet baskani sana bir mesele arzettiginde, söylediklerini kabul edecegine kani olmadikça, o meseleyi çözmeyi kabul etme.
3) Avamin (siradan seviyesiz ve bilgisiz insanlarin) arasinda, sorulmadan rastgele konuşma.
4) Avamin ve tacirlerin yaninda ilme ve dine ait olmayan sözlerden kaçin ki, mala ragbet ve sevgin üzerinde durulmasin.
5) Avam arasinda ne gül, ne de tebessüm et, yilisIk olma.
6) Gereksiz yere çarsiya - pazara sIkça çikma.
7) Olgunluga erismemis yeni yetismelerle çok konusma, senli benli olma.
8) Sokaklarda, mescidlerde yeyip içme. Yol kenarlarindaki çesme ve sulardan su içme.
9) Yol ortasinda oturma. Yok illâ da oturacaksan hiç olmazsa mescidlerde otur.
10) Dükkanlarda oturma.
11) Ipek ve ipek karisimi elbiseleri giyme, ahmakliga yol açar.
12) Evlilik hayatinin tüm ihtiyaçlarini karsilayabilecek duruma gelmedikçe evlenme. Önce ilim taleb et, sonra helâl mal kazan, sonra da evlen.
13) Gençliginde hep ilimle ugras. Çünkü gençlik, gönlün ve zihnin bos ve temiz oldugu andir.
14) Her daim Allah'tan kork, emaneti edâ et, seviyeli seviyesiz tüm insanlara nasihat et.
15) Hiç kimseyi küçük görme. Kendi vakarini tanidigin gibi baskalarinin vakar ve haysiyetini de tani.

Devamını Oku

3 Ekim 2012 Çarşamba

Hazret-i Ebu Bekir'in Nasihatleri


“Size her işte, her durumda Allahü teâlâdan korkmanızı nasihat ederim. Hoşunuza giden işler kadar, size zor gelen durumlarda da hakikate sarılın. Şunu bilin ki, doğru söz dışında hiçbir kelam hayır ve yarar getirmez. Yalan söyleyen, yaradılış hikmetini saptırmış, bunu yapan ise, helâk olmuştur. Büyüklenmekden sakının. Topraktan yaratılıp, yine toprağa dönecek olan bir varlığın kibirlenmesi de, ne demek oluyor? Bugün var, yarın yok olan bir varlığın kendini beğenmesi ne kadar anlamsız!..

Çalışın ve nefislerinizi, içinde yer alacakları ölüm ötesi için hazırlayın. Önünüzde çözümü zorlaşan şeyleri Allah’ın ilmine havale edin. Öbür âleme geçmeden önce bir şey hazırlayın ki, oraya vardığınızda karşınıza çıksın.Çünkü, Allahü teâlâ, “ Mahşer gününde herkes,dünyada hayır ve kötülük olarak yaptığı her şeyi hazır bulacak ve isteyecek ki, kötülüklerle arasında uzak bir mesafe bulunsun. Allah size kendinden korkmanızı emreder. Allah kullarını çok esirgeyendir.”

O halde, Allah’tan korkun, O’nun emir ve yasaklarına iyice kulak verin. Sizden önce gelip geçenlerden de ibret alın. Ve unutmayın ki, Rabbinizin huzuruna mutlaka çıkarılacak ve küçük-büyük bütün davranışlarınızın karşılığını bulacaksınız. Bununla beraber Allah dilediğini bağışlayabilir. O bağışlayıcı ve affedicidir.Kendinizi iyi tanıyın, sadece kendi noksanlarınızla meşgul olun.
Devamını Oku

İnsan öleceği zamanı bilseydi!


Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
İnsan öleceği zamanı bilseydi, aklı başından giderdi. İyi ki ölüm vakti gizlendi. Eğer gaflet olmasaydı, hiç kimse bir işine bakmazdı. 

Gaflet ve uzun emel, kötü olduğu kadar aynı zamanda iki büyük nimettir. Eğer bu ikisi olmasaydı, müslüman sokakta yürüyemez hale gelirdi.

İnsan genelde ahmak olarak yaratılmıştır. Eğer her şeyi inceden inceye düşünebilseydi, hiç kimse geçimi için çalışmazdı. 
Dünya, mamurluğunu, ahmakların gafletine borçludur. Ne gariptir ki, ölüm senin peşinde, sen ise dünyalık peşindesin.
Zahitlik, kaba kumaş giymek değil, uzun emeli bırakmaktır.
Devamını Oku

Ölmeden Önce !!!


Hayatımız boyunca bazı soruları kendimize sormaya bir türlü cesaret edemeyiz. Bütün cesaretimizi toplayıp onları sorma cesareti gösterdiğimizde de, içimizde bir şeylerin değişmeye başladığını hissederiz. Aşağıda kendimize sormamız gereken en önemli soruları bulacaksınız. Bu soruların doğru veya yanlış yanıtları bulunmamaktadır.
Ölümü ve ahreti yeniden düşündürecek "41 soruyu" kendimize şu andan itibaren sormaya başlayabiliriz.

1- Nereden geldim ve nereye gidiyorum?

2- Bu dünyaya ben ne için geldim?

3- Kendim için istediğimi başkaları için de istiyor muyum?

4- Toplum ve insanlık için ne yaptım?

5- Arkamdan beni hatırlatacak neler yapıyorum?

6- Bir asır önceki insanlar, şimdi neredeler?

7- Hayatımda en çok neye değer veriyorum?

8- İçimdeki "ben" ile yaptıklarım uyuşuyor mu?

9- Bir gün sonra öleceğimi bilsem, ne yapmak isterdim?

Devamını Oku