"Kişinin mallarının zekâtını vermesi, dînin zarûriyyâtından, şartlarındandır. Zekâtını, isteyerek ve minnet kabul ederek vermek ve bunu verilmesi icab eden kimselere ulaştırmak lazımdır. Allâhü sübhânehû, "Benim size olan ihsan ve nimetlerimin kırk hissesinden sadece bir hissesini fakir ve miskinlere veriniz; ben de buna mukâbil sizlere bol sevap ve çok güzel mükâfatlar vereceğim." buyurmuştur.
Bu kadar küçük bir şeyi vermeyip cimrilik etmek çok büyük bir insafsızlıktır, hatta isyan edip doğru yoldan çıkarak kişinin kendi kendine zulüm etmesidir.
Bu gibi dînî hükümleri yerine getirmekte tereddüd göstermek kalbdeki manevi hastalıktan ve dinin hükümlerini de tam olarak bilmemektendir.
Manasını kalbi ile kabul ve tasdik etmeden kelime-i şehâdeti (sadece dil ile) söylemek kâfi değildir.
Zira münafıklar da bu kelime-i şehâdeti söylerler. Kalbi ile inanmanın alâmeti, dînin emirlerini, isteyerek ve arzu ederek yerine getirmektir. Zekât niyetiyle bir kuruşu bir fakire vermek, başka bir niyetle binlerce kuruş vermekten daha faziletlidir.
Zira bu, bir farzın edâsıdır, diğeri ise bir nafileyi yerine getirmektir. Farzı edâ etmeye nisbetle nafileleri yerine getirmenin hiçbir kıymeti ve itibarı yoktur. Keşke nafilenin, okyanusta bir damla (kadar) hükmü olsa.
Farzları edâyı bıraktırıp nafileleri yapmaya sevk etmek, zekâtı vermekten yüz çevirtmek melûn şeytanın hilelerindendir." (Mektûbât-ı Rabbânî, 3/17)
BU YAZIYI ALLAH RIZASI İÇİN ARKADAŞLARINIZLA PAYLAŞIN, ONLARINDA İSTİFADE ETMESİNE VESİLE OLUN.