İş yerinde, evlilikte, toplumda, her yerde herkesin bir sınırı vardır. O sınır içinde kalınırsa, geçici dünya Cennet gibi olur. Bütün üzüntüler, sıkıntılar, kavgalar, hep sınır ihlalinden doğmaktadır. Eğer evin hanımı, kendi sınırını bilirse, yani o edebi takınırsa, Cennet hanımı gibi olur. Bir erkek de kendi sınırını bilirse, o sınır içinde konuşur, hareket ederse, orası bir Cennet olur. Peki, bu sınır nedir? Bunu bilmek ilim öğrenmekle olur. İlim öğrenmeyen sınır tanımaz. Hazret-i Ali; "Bana bir kelime, yani dinimize ait bir mesele öğretenin kölesi olurum." buyuruyor.
Peygamber efendimiz de buyuruyor ki:
"Bir talebe, dinden bir mesele öğrenmek için evinden çıksa, hocasının evine kadar yürüse, (Bu şerefli kul benim üzerime bassın.) diye melekler kanatlarını, onun ayaklarının altına döşer. Gökteki bütün kuşlar, karadaki bütün hayvanlar, denizdeki bütün balıklar, bu kul için; (Yâ Rabbi! Bu senin dinini öğrenmek için yola çıkmış, affet bunu!) diye istiğfar ve duâ ederler."
Bu, sadece öğrenmek için gidene verilen ecirdir. Öğretmek için giden, elbette bundan daha çok ecir alır.
Eğer bir yerde Allahü teâlânın dinine hizmet varsa, her Müslümanın üzerine şu üç şeyden birini yapmak farzdır. Yapmazsa ahirette bunun çok sıkıntısını çeker. Eğer ecdadımız, bizden öncekiler, bu üç şartı yerine getirmeselerdi, bugün biz belki de bir gayrimüslim çocuğuyduk, belki dinsizdik.
Üç farzdan birincisi; bizzat bedenen katılmaktır. Nitekim Eshâb-ı kirâm tâ Mekke-i mükerremeden, Medine'den İstanbul'a kadar geldiler. Niye geldiler? Toprak sahibi veya ganimet sahibi olmak için değil, Allahü teâlânın dinini kullarına anlatmak için geldiler. İkinci farz; fiilen katılmaya imKaydı Yayınlakân yoksa, malla, parayla desteklemektir. Bu da mümkün değilse üçüncü farz; elini açıp duâ etmektir.
BU YAZIYI ALLAH RIZASI İÇİN ARKADAŞLARINIZLA PAYLAŞIN, ONLARINDA İSTİFADE ETMESİNE VESİLE OLUN.