Siteyi tavsiye et Ana sayfam yap Favorilere ekle

27 Kasım 2012 Salı

-Mürşîd-i kâmil


-Mürşîd-i kâmil, her hareketinde islamiyete uyan, her an Allahü tealayı hatırlayan kişidir.

-Bu büyüklerin sohbetleri, kitapları, kendisi âb-ı hayatdır. Onu içenler, o gıdayla büyüyenler sonsuz olarak Cenab-ı Hakkın razı olduğu yerde buluşacaklardır.

-Bütün sohbetlerin özeti, bütün nasihatlerin özeti, bir Allah adamına kavuşmaktır. Dünyada en zor iş budur. Ona kim kavuşursa o herşeye kavuşur.

-Büyüklere kavuşamazsak, vârislerinden istifade edeceğiz. Vârisleri yoksa kitaplarından istifade edeceğiz.

-Birgün müşrikler geldiler, ya Muhammed, "aleyhissalatü vesselam" madem ki, Peygambersin, Allah’ın sevgili kulusun, gökten taş yağsın veyahutta ateş yağsın. Biz böyle bir şey görürsek, sana inanırız, dediler. Mübarek buyurdu ki; “Mümkün değil; çünki aranızda ben varım. Ben olduğum müddetçe, size umumi felaket gelmez”. Vârisleri de öyledir.
Devamını Oku

25 Kasım 2012 Pazar

Namaz Kurtuluştur


Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Peygamber efendimiz, Cenab-ı Hakk’a teşekkürün Ona iman etmekle, yani Müslüman olmakla olacağını bildirdi. Allahü teâlâ, kendisine iman edip, İslam’ın şartlarını yerine getirenlerden razı oluyor, teşekkürlerini kabul ediyor. İslam’ın beş şartından biri namazdır. O hâlde namazını kılmayan, Allahü teâlânın nimetlerine teşekkür etmemiş olur. Ona teşekkür etmeyip namazın kıymetini bilmeyen kimseden de, namaz kılma nimeti gider, o kimse, namaz kılmaktan mahrum kalır.

Namazdan mahrum kalmak ne demektir? Düşünün ki, namazın içinde, Ettehıyyatü’de bütün salih kullara selam veriyoruz, dua ediyoruz. (Salih kul) demek, (Allahü teâlâyı seven kul) demektir. Başta Eshab-ı kiram olmak üzere, Ehl-i sünnet âlimleri, evliya zatlar, bütün namaz kılanlar ve melekler, hep salih kullardır. Çünkü Allahü teâlâya ibadet ediyorlar. Bütün bu mübarek varlıkların hepsine selam veriyoruz. Onların da selama cevap vermesi gerekir. O hâlde, selam verildiğinde, o mübarek salih kullar da, bize selam vererek dua ediyorlar. Selam, dünya ve âhiret saadeti için en iyi duadır, selamette olmak demektir.
Devamını Oku

24 Kasım 2012 Cumartesi

Aşure Gününü Nasıl Geçirmeli?


1- Aşure günü oruç tutmak sünnettir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Aşure günü oruç tutanın, bir yıllık günahları affolur.) [Müslim, Tirmizi, İ. Ahmed, Taberani]

(Aşure günü orucu bir yıllık, Arefe günü orucu da, iki yıllık [nafile] oruca bedeldir.) [T.Gafilin]

(Aşure günü oruç tutan o yıl tutamadığı [nafile] oruçlarının sevabına kavuşur.) [Deylemi]

(Aşure günü bir gün önce, bir gün sonra da tutarak Yahudilere muhalefet edin.) [İ.Ahmed]

(Aşurenin faziletinden faydalanın! Bu mübarek günde oruç tutan, melekler, peygamberler, şehidler ve salihlerin ibadetleri kadar sevaba kavuşur.) [Şir’a]
[Yalnız Aşure günü oruç tutmak mekruhtur. Bir gün öncesi veya bir gün sonrası ile tutmalı!]

Peygamber efendimiz bir gün öğleye doğru buyurdu ki:
(Herkese duyurun! Bugün bir şey yiyen, akşama kadar yemesin, oruçlu gibi dursun! Bir şey yemeyen de oruç tutsun! Çünkü bugün Aşure günüdür.) [Buhari, Müslim, Ebu Davud]
Devamını Oku

Aşûre günü


Muharrem’in onuncu gününe Aşûre Günü, dokuzuncu günü ile onuncu günü arasındaki geceye de Aşûre Gecesi denir. Muharrem ayı, Kur’ân-ı kerîmde kıymet verilen dört aydan biridir. Aşûre Gecesi, bu ayın en kıymetli gecesidir.

Allahü teâlâ, birçok duâları Aşûre Günü’nde kabul buyurdu. Âdem aleyhisselâmın tevbesinin kabûl olması, Nûh aleyhisselâmın gemisinin tûfândan kurtulması, Yûnüs aleyhisselâmın balığın karnından çıkması, İbrâhîm aleyhisselâmın Nemrûdun ateşinde yanmaması, İdrîs aleyhisselâmın diri olarak göke çıkarılması, Ya’kûb aleyhisselâmın, oğlu Yûsüf aleyhisselâma kavuşması ve gözlerindeki perdenin kalkması, Yûsüf aleyhisselâmın kuyudan çıkması, Eyyûb aleyhisselâmın hastalıkdan kurtulması, Mûsâ aleyhisselâmın Kızıldenizden geçip, Fir’avnın boğulması ve Îsâ aleyhisselâmın vilâdeti ve yehûdîlerin öldürmesinden kurtulup, diri olarak göke çıkarılması hep Aşûre günü oldu. Nûh “aleyhisselâm” gemide aşûre tatlısı pişirdiği için müslimânların Muharremin onuncu günü aşûre pişirmesi ibâdet olmaz. Muhammed “aleyhisselâm” ve Eshâb-ı kirâm “radıyallahü anhüm ecma’în” böyle yapmadı. Bugün aşûre pişirmeği ibâdet sanmak, bid’atdir, günâhdır.
Devamını Oku

20 Kasım 2012 Salı

Altın Nasihatler


Eskiden hükümdarlar, karşılaştıkları her müşkül

işlerinde zamanın âlimleri ile istişâre etmedikçe bir karar vermezlerdi. Onların fikirlerinden istifade ederlerdi.
Adâletiyle meşhur, İran hükümdarı Nûşirevân-i Âdil, arzû etti ki; kendisine rehber olmak için ba'zı nasîhatler tertip edilsin. Bu maksatla, zamanın âlimlerini topladı. Bunların içinden yirmi üç tanesini seçtirdi ve onlara, "Her biriniz bir hikmet söyleyiniz ki, hem ben istifade edeyim, hem de benden sonra gelenler" dedi. Her birisinin yazdığı hikmetli sözleri altınla yazdırdı. Bunları, yine altından bir kasa yaptırıp, altın bir anahtar ile de kilitledikten sonra hazinesine koydurdu. Ne zaman ki, müşkül bir iş ile karşılaşırsa, bu hikmetleri okur ve ona göre karar verirdi.

Bu hikmetli sözler şunlardır:

1-Kendinizi biliniz, ilim ve iyi edep öğrenmeyi arzû ediniz. Malı, ilimden yüksek tutmayınız. Ahiret için azık toplayınız. Ahireti dünyaya satmayınız. Söylenmiyecek sözleri söylemeyiniz. Aranmakla bulunmayacak şeyi aramayınız.
Devamını Oku

Pınardan Damlayanlar


Her işin başı, din gayretidir.

Bir büyük zât oğluna nasihatında diyor ki: "Evvelâ, her şeyden önce, Ehl-i sünnet i'tikâdı üzere ol. Her şeyden çok Peygamber efendimizi sev. Peygamber efendimizi kendinden, anandan, babandan ve kardeşlerinden daha çok sevmezsen hakîkî müslimân olamazsın". Özellikle Peygamberimiz diyor. Çünki, şimdilerde Allahı sev diye aşılayıp, Peygamber efendimizi aradan çıkarmak istiyorlar. Maazallah..!

Abdülhakim efendi hazretleri buyuruyorlar ki; "Bütün peygamberler Allaha aşıktır, Allahü teala da peygamberine aşıktır".

Azrail aleyhisselam buyuruyor ki; Kim ki Cenab-ı peygambere günde on salavat-ı şerife getirirse, onun ruhunu peygamberlerin ruhunu aldığım gibi alırım, acıtmam buyuruyor.  Bizim için bu müjdedir.
Devamını Oku

Tevazu her iyiliğin anahtarıdır


 Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:

* Tevazu, cahilden veya çocuktan da olsa, hakkı işitince boyun büküp hemen kabul etmektir.

* Tevazu, karşılaştığı her Müslümanı kendinden aşağı bilmemektir.

* Baş olmayı seven, iflah olmaz. Kendinden daha kötü birinin bulunduğunu sanan kibirlidir.

* Her nimet sahibi haset edilir. Haset edilmeyen tek nimet, tevazudur.

* Ehli sünnet olan şerefli insan, ibadet edip yükseldikçe tevazu gösterir. Bid’at ehli olan âdi kimse ise, ibadet ettikçe büyüklenir, herkese tepeden bakar.

* Tevazu göstermek de kibirdendir. Çünkü kendinde bir varlık hisseden tevazu göstermeye çalışır. Halbuki mütevazı kimse, kendinde bir varlık görmez ki tevazu göstersin. Alçak gönüllü olan kurtulur, kibirli olan yanar.

* Tanıdık salih kimseleri ziyaret etmemek kibir, fakirleri ziyaret, tevazu alametidir. Hastalarla birlikte oturmamak, doğru sözü kabul etmeyip, münakaşa etmek, kusurunu bildirenlere teşekkür etmemek, fakirin davetine gitmemek kibir alametidir. Kibirli olan, salih insan olamaz.

* Kibir her iyiliğe engeldir, tevazu, her iyiliğin anahtarıdır. Kibirli değilim diyen, kibirlidir.

* Büyüklenerek ben demek feyiz ve bereketi keser. Kusuru başkasında arayan, sevimsizleşir, etrafında insan kalmaz, dost edinemez. Herkesi haklı, kendisini haksız bulmadıkça, kendi kusur ve noksanlarını bırakıp, başkasının kusuru ile meşgul oldukça, manevi bakımdan zerre kadar ilerlemek mümkün değildir.
Devamını Oku

Kibir her iyiliğe engeldir


Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:

* Kibir insanı küfre kadar sürükleyen bir yoldur. Kibir her iyiliğe engeldir.

* Müşriklerin iman etmemesinin iki sebebi vardır, kibir ve inat.

* Nefsini aradan çekin. Kimseyi tenkit etmeyin, kendinizi beğenmeyin, kendinizden iğrenin, kendinden tiksinmeyen kurtulamaz. Yapmadığınızı söylemeyin. Bir gün öleceğiz ve yaptıklarımızın hesabını vereceğiz.

* Allahü teâlâ bir kulunu severse onu fakih (yani dinde âlim) yapar, daha da çok severse onu fıkhı yayıcı yapar.

* Abdullah-i Dehlevi hazretlerine birisi gelmiş, "Efendim himmet istiyorum" demiş. Mübarek buyurmuş ki; "Ben evden bir şey getirmedim." Hocasına işaret buyurmuşlar. Eğer hocasına gitseler o da kendi hocasına gönderecektir. Allah adamları işte böyledir. Evden bir şey getirmezler.

* Evliyayı kiramın himmeti, yayından çıkan oku, namludan çıkan mermiyi geri çevirir. Evliyaya muhabbet edene, sevene de böyle kuvvetli himmet gelir.
Devamını Oku

16 Kasım 2012 Cuma

Hikmetli Sözler

Peygamberimiz buyurdu ki:
Bir kişi geldi, Lokman Hakim'e sordu:
-Ya Lokman! Sen bu mertebeye nasıl eriştin?
Lokman Hakim Hazretleri buyurdu ki:
Ben bu mertebeye üç şeyle eriştim:
1- Emaneti yerine vermekle
2- Doğru söylemekle
3 Malayani yani faydasız sözü terk etmekle.
Peygamber Efendimiz buyurdu ki: İnsanlar tasadduk ettiği, sadaka olarak verdiği şeyi, Allah rızası için verirse, Hak teala hazretlerine verilmiş gibi sayılır ki, karşılığında bin sevap alır.
Malik bin Dinar hazretleri buyurduki:
Amellerin en güzeli, ihlasla yapılandır. İlmiyle amel etmeyen alimin nasihatleri, yalçın kayalara yağan yağmurlar gibi akıp gider, gönüllere tesir etmez.
Bahar yağmurları yeryüzünü yeşillendirdiği gibi, Kur'an-ı Kerim okumak da kalpleri nurlandırır.
Şu beş şey bedbahtlığın alametidir: Birincisi gözün yaşarmaması, ikincisi kalbin katı olması, üçüncüsü hayasızlık, dördüncüsü dünyaya düşkünlük, beşincisi rızkından endişe etmek.

Kaynak: Mehmet Oruç, Arı Sanat Yayınevi 
Devamını Oku

15 Kasım 2012 Perşembe

Muharrem Ayının Önemi ve Fazileti

Tevbe Sûresi’nin, 36. âyet-i kerîmesinde; (meâlen)
“Muhakkak ki; Allâhü Teâlâ katında ayların sayısı, Cenâb-ı Hakk'ın kitabında gökleri ve yeri yarattığı günden beri on ikidir. Bunlardan dördü haram olanlardır...” buyrulmuştur. Bu aylar Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Receb aylarıdır. Bunlara eşhuru hurum; (haram aylar) denilir.
Bu aylarda yapılan isyanın günahı diğerlerinden daha şiddetli, ibadetin sevabı diğerlerinden daha kıymetli olduğundan öbür aylardan daha fazla hürmet edilmesi lâzım gelir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Muharrem ayından bir gün oruç tutan kimseye, bir gününe karşılık otuz günlük sevab vardır.” buyurmuştur.
Bir başka hadîs-i şerîfte; “…Ramazan orucundan sonra oruçların en faziletlisi Muharrem ayında tutulan oruçtur.” buyrulmuştur.
MUHARREMİN 1’ İLE 10’U ARASINDA KILINACAK NAMAZ

Devamını Oku

14 Kasım 2012 Çarşamba

Her Müslümanın Dikkat Etmesi Gereken Hususlar

1- Ehl-i Sünnet i'tikadı üzere olmalı,
2- Sâlih ameller işlemeli,
3- Niyette ve işlerinde doğruluktan ayrılmamalı,
4- Günahta ısrar etmemeli, (günah işlemeye devam etmemeli),
5- İslâm nimetine şükür etmeli,
6- Îmansız gitmekten korkmalı,
7- Başkalarına zulüm etmemeli,
8- Sünnet üzere okunan ezana icâbet etmeli,
9- Dîne aykırı olmayan hususlarda, anne ve babasına âsî olmamalı,
10- Boş yere ve çok yemin etmemeli,
11- Namazı hafife almamalı, tadîl-i erkânı terk etmemeli,
12- Haram olan içecekleri içmemeli,
13- Müslümanlara eziyet vermemeli,
14- Velî olmadığı hâlde velîlik iddiâsında bulunmamalı,
15- Günâhını unutmamalı ve küçük görmemeli,
16- Kendini beğenmemeli, kendisini çok âlim görmemeli,
17- Koğuculuk ve gıybet etmemeli,
18- Mü’min kardeşine hased etmemeli, çekememezlik yapmamalı,
19- Ulü’l-emre itâat etmeli,
20- Bir adam için, araştırmadan ve iyice tanımadan iyi veya kötüdür diye hüküm vermemeli,
21- Yalan söylememeli,
22- Dîni öğrenmeli (öğrenme imkanı varken öğrenmeye gayret etmeli),
23- Erkekler kadınlara, kadınlar da erkeklere benzemeye çalışmamalı,
24- İslâm dîninin düşmanlarına sevgi beslememeli,
25- Hakîkî din âlimlerine düşman olmamalı.
Devamını Oku

12 Kasım 2012 Pazartesi

Ahmed-i Bedevi Hazretlerinin Talebesine Vasiyeti

Ahmed-i Bedevî hazretleri talebesine şöyle vasiyette bulundu
"Ey Abdül´âl! Dünyâ sevgisinden sakın. Zîrâ sirke saf balı bozduğu gibi dünyâ sevgisi de sâlih ve iyi amellerini bozar. Yetimlere, şefkat, çıplaklara elbise giydirmekle merhamet, açları doyurmakla himâye, garipleri zayıfları ikrâm ile korumak âdetin olsun. Bu işlerin Allahü teâlâ katında kaybolmaz.
Ey Abdül´âl! Zikre, Allahü teâlâyı anıp, hatırlamaya devâm et. Bir an bile Allahü teâlâdan gâfil olma, O´nu unutma. Gece kıldığın bir rekat namaz, gündüz kıldığın bin rekatdan daha üstündür. Allahü teâlâyı zikretmek kalp ile olur, sâdece dil ile olmaz. Allahü teâlâyı hâzır bir kalp ile an! Allahü teâlâdan gâfil olmaktan sakın! Çünkü, bu gaflet kalbi katılaştırır. Sabır, Allahü teâlânın hükmüne rızâ göstermektir. O´nun hükmüne rızâ göstermek ve emrine teslim olmak demek, nîmete kavuştuğunda sevinip ferahlık duyduğu gibi, musîbet ve sıkıntı geldiğinde de aynı sevinç ve ferahlığı duyabilmek demektir. Nitekim Allahü teâlâ, Bekara sûresinin 155. âyet-i kerîmesinde meâlen, Peygamber efendimize hitâben; "(Ey habîbim! Musîbet ve ezâya) sabredenlere (lütûf ve ihsânlarımı) müjdele!" buyuruyor. Zühd sâhibi olmak, dünyâya düşkün olmamak demek; dünyevî arzu ve istekleri terk etmek sûretiyle, nefse muhâlefet etmek demektir. Harama düşmek korkusundan dolayı, yetmiş tâne helâli terk etmektir. Tefekkür etmenin hakîkati, Allahü tealânın yarattıkları hakkında düşünmek, fakat Allahü teâlânın zâtı hakkında düşünmemektir.
Ey Abdül´âl! Allahü teâlânın kullarından birine bir musîbet gelse, bunun için sakın sevinme!
Devamını Oku

Gavs Nedir? Ne Anlama Geliyor?

Hz. Muhammed (sav) dar-ı bekaya irtihal edince, onu bu dünyada temsil eden de Allah ile irtibatları kavi büyük insanlardır. Onlar, mazhariyetleri ve misyonlarıyla, bir bakıma yeryüzünde adeta Kabe konumundadırlar. Ehl-i tahkikin beyanına göre, bazen onlar Kabe’nin etrafında, bazen de Kabe onların etrafında döner. İşte böylesi kişilere Allah’ın matmah-ı nazarı anlamında “Kutub” adı verilir. Bu kişiler bulundukları mekanda, her zaman mevcudiyetlerini hissettiren, şeytanların uykularını kaçıran, bir kısım insanların vehimlerini izale eden, toprağın kuvve-i inbatiyesi gibi kudsi bir güce sahiptirler. Yine bunlar, hep tazarru ve naz u niyaz makamında bulunmaktadırlar. Allah böylelerinin bakışları ile kainata bakar, merhamet veya gadap eder.
Kutub makamının bir adım ötesinde “gavsiyet” makamı yer alır. Bu makamı ihraz edenlerin en büyük özelliği, tasarruflarının öldükten sonra da devam etmesidir. Her gavs bir kutuptur, fakat her kutub bir gavs değildir. Öyleleri de vardır ki, bu her iki makamı bünyesinde cem etme bahtiyarlığına ermiştir. Zannediyorum “kutbu’l-irşad” işte bu iki makamı birden ihraz etmiş ve halkı irşada me’zun insanlara verilen isim olsa gerek..
Bu açıdan kutbu’l-irşada; “hakikat-ı Ahmediye” yi tamamıyla temsil eden, dolayısıyla da
Devamını Oku

9 Kasım 2012 Cuma

Peygamberimizin Şefaati

Peygamber efendimiz, ahirette 6 şekilde şefaat edecektir:
1- Makâm-ı Mahmûd denilen şefaati ile, bütün insanları mahşerde beklemek azabından kurtaracaktır.
2- Şefaati ile, çok kimseyi hesapsız Cennete sokacaktır.
3- Azap çekmesi lâzım olan müminleri azaptan kurtaracaktır.
4- Günahı çok olan müminleri Cehennemden çıkaracaktır.
5- Sevabı ve günahı eşit olup, Araf denilen yerde bekleyenlerin Cennete gitmeleri için şefaat edecektir.
6- Cennette olanların derecelerinin yükselmesine şefaat edecektir. Şefaat ile hesaptan kurtardığı 70 000 kimsenin her birinin şefaatleri ile de, 70’er bin kişi hesapsız Cennete gireceklerdir.
Devamını Oku

8 Kasım 2012 Perşembe

Kuranı Kerim ( Ebedi Mucize)

Kur’ân-ı Kerîm kıyâmete kadar devam eden bir mucizedir. Gerek lafzı, gerek manası itibarıyla benzerini getirmek beşer kudretinden hariçtir. O ne nesirdir ne de şiirdir. İnsan kelâmının üstünde ilâhî bir üslûbu vardır.
Dirayet ve belâgatiyle kavmi içinde mümtâz bir mevkide bulunan Hz. Ömer, en asabî ve gazablı ânında onun bir sahifesini okuyunca irâdesi elinden gitmiş ve hemen kelime-i şehâdet getirerek hidâyete ermiştir.
İşte bu hususiyettendir ki, müşrikler halkı Kur’ân dinlemekten men ediyorlardı. Çünkü onu işitenler, ruhlar üzerinde yaptığı tesir ile hemen Müslüman oluyorlardı. Bu husus müşrikler için büyük bir derd olmuştu. Bu şâir sözüdür, kâhin sözüdür diye halkı kandırmağa çalışıyorlar, fakat bir türlü muvaffak olamıyorlardı. Hatta Hz. Ebû Bekir’in (r.a.) Mekke’de kalabilmesi için alenen Kur’ân okumamak şartını ileri sürmüşlerdi. Hadise şöyle olmuştu:

Müşriklerin zulmünden bıkıp usanmış olan Hz. Ebû Bekir (r.a.) Cenâb-ı Peygamberden izin alarak Habeşistan’a hicrete karar vermiş ve yola çıkmıştı. Kabile reislerinden İbn-i Dağine’ye rast gelmiş, o da nereye gittiğini sormuş, Hz. Ebû Bekir “Kureyşliler, doğup büyüdüğüm şehri bana haram etti. Serbest ibadet edeceğim bir yere gideceğim”, demişti. İbn-i Dağine Mekke’nin Ebû Bekir (r.a.) gibi büyük bir adamdan mahrum olmamasını arzu ederek geri çevirmiş ve Kureyşlilere Ebû Bekir’in faziletlerini anlatmış, onlar da, alenen namaz kılmamak ve sesli Kur’ân okumamak şartıyla kalabileceğini söylemişlerdi. Fakat Hz. Ebû Bekir, evinin önüne bir mescid yaptı. Burada namaz kılmaya, Kur’ân okumaya başladı. Müşrik kadın ve çocukları onu seyretmek için birbirlerini itiyor ve onun üzerine düşüyorlardı. Bu hal müşrikleri korkuttu ve İbn-i Dağine de “Artık seni himaye edemem” dedi. Hz. Ebû Bekir (r.a.), “Allah beni himâye eder.” deyip ibadet etmeğe ve Kur’ân okumağa devam etmiştir.

O tarihten bu tarihe kadar bin dört yüz küsur sene geçtiği ve ilmin her sahasında hayli terakkiler olduğu halde o celîl kitâb, mucize vasfını muhafaza etmektedir ve ilelebed edecektir. 

Devamını Oku

Şaban Ayı'nın Fazileti Hakkında

Hz. Âişe (r.anha) validemiz buyurdular ki: “...Ben Resûlullah’ın Ramazan ayından başka hiçbir  ayın tamamında oruç tuttuğunu ve başka hiçbir ayda Şa’bân ayında tuttuğu oruçtan daha çok oruç tuttuğunu görmedim.”
Resûlullah (s.a.v.) Hz. Âişe’ye (r.anhâ) “Şa’bân ayındaki oruç bana en sevimli olandır.” buyurduktan sonra, “Yâ Âişe! O öyle bir aydır ki, sene içinde rûhu kabz olunacakların (öleceklerin) isimleri ölüm meleğine verilir. Ben de ismimin, ben oruçlu iken verilmesini isterim.”
 Ümmü Seleme (r.anhâ) vâlidemiz: “Resûlullah (s.a.v.), Ramazan ayından sonra hiçbir ayda Şa’bân ayındaki kadar oruç tutmamıştır.” buyurdular.
 Resûlullah Efendimiz (s.a.v.) buyurdular: “Receb; Allâhü Teâlâ’nın ayı, Şa’bân; benim ayım, Ramazan; ümmetimin ayıdır. Şa’bân günahlara keffâret (mağfiretine sebep) olan aydır, Ramazan ise günahları temizleyen aydır.”
Bu ay, hayır kapılarının açılacağı, bereketin indirileceği, hataların terk edileceği, günahların bağışlanacağı ve yaratılmışların en hayırlısı olan Resûlullah’a (s.a.v.) çokça salavâtın getirileceği bir aydır. Böyle olunca, müminlerin bu ayda gafletten uyanmaları, günahlardan temizlenip geçmişte işledikleri günahlardan dolayı tevbe ederek Ramazan ayına hazırlanmaları gerekir. Bu ayda Allâh’a yalvarıp yakarmalı, ayın sahibi olan Peygamber Efendimiz’i (s.a.v.) vesîle kılarak Allâh’a yaklaşmaya çalışmalıdır.
  Bunları sonra yaparım diyerek tehir etmemeli, geciktirmemelidir. Zirâ dünya üç günden ibârettir. Biri, dündür, geçmiştir; ibret alınacak gündür. Diğeri bugündür, amel etme günüdür; ganimettir. Diğeri de, yarındır ki, emeldir; tehlikelidir. Ona çıkıp çıkamayacağını bilemezsin. Aylar da böyledir. Receb geçmiştir, tekrar dönmez. Ramazan gelecektir, fakat ona kavuşup kavuşamayacağını bilemezsin. Şa’bân ise iki ay arasında bir vâsıtadır. O ayda ibâdetle meşgul olmayı ganimet bilmek îcâb eder. 

Devamını Oku

Sıla-i Rahmin Fazileti

Ebu'l-Leys es-Semerkandî (rh.) şöyle buyurdu:
Bir kişi akrabalarının yakınında ikamet ediyorsa, hem hediye ile ve hem de ziyaret ile sıla-i rahimde bulunmalı, onlarla alakadar olmalıdır. Eğer hediye götürmeye imkânı olmazsa ziyaret ederek ve ihtiyaç duydukları işlerde onlara yardımcı olarak alakadar olmalıdır. 
Şayet uzak bir yerde ikamet ediyorsa o zaman mektup yazmalı (telefon vs. yollarla görüşmeli)dır, eğer gücü yeterse ziyaret etmesi daha iyidir.
Sıla-i rahimde on güzellik vardır:
1- Sıla-i rahimde Allâhü Teâlâ’nın rızası vardır. Zira Allâhü Teâlâ sıla-i rahmi emretmiştir.
2- Ziyaret etmekle akrabalarını sevindirir. Nitekim hadîs-i şerîfte “Amellerin en faziletlisi mü’mini sevindirmektir.” buyrulmuştur.
3- Melekler bundan dolayı sevinirler. 
4- Sıla-i rahimde bulunan kişiyi Müslümanlar takdir edip överler.
5- İblis aleyhilla'ne gam ve kedere boğulur, üzülür.
6- Ömrü ziyadeleşir.
7- Rızkında bereket olur.
8- Vefat eden babalar ve dedelerin ruhları bu ziyaretten dolayı sevinirler.
9- Sevgi ve muhabbetin artmasına sebep olur. Çünkü başına bir üzücü veya sevindirici bir şey gelse yakınları toplanırlar ve kendisine yardımcı olurlar. Böylece aralarında sevgi ve muhabbet artar.
10- Öldükten sonra da sevab elde eder. Çünkü akrabaları, onun kendilerine yaptığı iyiliği her ne zaman hatırlasalar ona duâ ederler.
BEYİT: 
Her nefeste eyledik yüz bin günâh,
Bir günâha etmedik hiçbir gün âh. 
(Süleyman Çelebi)

Devamını Oku

Peygamberimizin Cenaze Namazı

Peygamberimiz (s.a.v.) vefat ettiği hastalığı sırasında Hücre-i Saâdet ile mescid arasından bir perdeyi açtırdı. Ashâbı Hz. Ebûbekr’in ardında cemâat olup namaz kılıyorlardı. Onların bu güzel hâlini gördü ve Allâh’ın ümmetini bu hal üzere tutacak, ıslâh edecek birini halîfe kılacağını ümîd ederek Allâh’a hamd etti. Sonra “Ey insanlar, ey mü’minler, sizden birinize başkasından dolayı bir musîbet erişirse benim vefâtımı hatırlayarak kendini taziye etsin. Zira benden sonra ümmetim üzerine benim vefâtımdan daha şiddetli musibet gelmez.” buyurdular.
Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) hicretinin onbirinci senesi Rebîulevvel ayının onikinci Pazartesi günü (m. 8 Haziran 632) irtihal buyurdular. Ashâb-ı Kirâm zevâl vaktinden sonra cenâze namazını kılmağa başladılar. Üç gün namaz kılındı.
Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) kefenlenip sedîr üzere konulduğunda, yanına önce Hz. Ebûbekr ve Hz. Ömer, Muhâcir ve Ensâr’dan odanın alacağı kadar bir cemaat ile girdi ve saf saf olup durdular. İkisi “Selâmün aleyke eyyühennebiyyü ve rahmetullâhi ve berekâtühü” diyerek Resûlullâh’a selâm verdiler. Hz. Ali (r.a.) “Sizden kimse onun cenâze namazına imamlık etmesin, zira o hayâtında ve vefâtında da imâmımızdır.” dedi. İmam olmadan namazını kıldılar. Sonra Hz. Ebûbekr ve Hz. Ömer şöyle dedi: “Yâ Allâh, bizler şâhitlik ederiz ki o senin ona indirdiğin dîni bize teblîğ etti, bizlere hak yolda nasîhatte bulundu, dînini azîz kılıncaya kadar senin yolunda hakkıyla cihâd etti, hattâ dîn kemâl buldu. Allâh’ım, bizleri senin ona indirdiğine tam uyanlardan kıl, peygamberimizden sonra onun yolundan bizi ayırma, âhirette de bizi onunla bir araya getir, o bizi, biz onu tanıyalım. Zira o hayatında iken mü’minlere pek müşfik, pek merhametli idi. Muhakkak biz ondan sonra da imanı hiçbir şeye denk tutmaz, dinimizi dünya ile asla satmayız.” Cemâat de “Âmîn, âmîn.” dedi. 
Sonra onlar çıktı ve başka cemâat geldi. Hz. Ali devamlı orada bulunup halk bölük bölük girip namazı kıldıkça Resûlullâh’a selâm verir ve Hz. Ebûbekir’in söylediklerini söyler, halk da “Âmîn, âmîn” derlerdi. Bu vaziyette önce erkekler, sonra kadınlar ve sonra da çocuklar namaz kıldılar. Medîne’de Resûlullâh Efendimiz’in namazını kılmayan kimse kalmadı. 

Devamını Oku

7 Kasım 2012 Çarşamba

Günün Vakitleri


Seher Vakti: Güneşin batmasından imsak vaktine kadar olan zamanın son altıda birine Seher vakti denir. Bu vakitte kılınan namaza, Teheccüd Namazı denir. Seher vakitlerinde ibâdet, istiğfar ve duâ etmeyi ganimet bilmelidir. Bu vakitte yapılan duâlar kabul olur.
İmsak Vakti: Doğuda Fecr-i sâdık denilen beyazlığın doğması ile başlayan vakte, İmsak vakti denir. Bu vakit, oruca başlama zamanıdır. Bundan 15 dakika sonra Sabah Namazının vakti başlar.
İşrak Vakti: Güneşin ufuk hattından bir mızrak boyu (50 ) yükselmesinden itibaren başlayan zamana İşrak vakti denir. Bu vakit, yurdumuzda mevsimlere göre güneş doğduktan takriben 50-55 dakika kadar sonradır. Bu vakte Dahve-i Sugra da denir. Güneşin doğmaya başlamasından işrak vaktine kadar her türlü namazı kılmak tahrîmen (harama yakın) mekruhtur.
İşrak vakti başladıktan sonra kılınan nâfile namaza, İşrak Namazı denir. İşrak Namazı kılmanın fazileti büyüktür.
Ramazan Bayramı ve Kurban Bayramı’nın birinci günlerinde, işrak vaktinde, iki rekât Bayram Namazı kılmak, erkeklere vaciptir.
Duhâ (Kuşluk) vakti: Oruç müddetinin dörtte biri kadar sonra başlayan vakittir. Bu vakitte kılınan nâfile namaza Duhâ Namazı denir. Bu namaz en az 2 rekât kılınır. Ancak, kazâ namazı borcu olan nâfile kılamaz.
Dahve-i Kübrâ vakti: Öğleden bir saat evvelki vakte Dahve-i Kübrâ vakti denir. Bu vakit oruç müddetinin yarısıdır.
Ramazan, nâfile ve zamanı belli olan adak oruçlarına niyet etmenin son vakti bu zamandır.
İkindi Vakti:

Devamını Oku

Örnek Bir Dua

Yâ Rabbî!.. Bize verdiğin bütün nimetlere hamdolsun!
Yâ Rabbî!.. Günahlarımızı rahmetinle af ve mağfiret eyle! Ölülerimizi de mağfiret eyle, yaşayanlarımıza hayırlar ihsan et! Son nefesimizde kelime-i tevhid söylemeyi nasip eyle!
Yâ Rabbî!.. Riyadan, nifaktan, şikaktan, her türlü hastalıktan, kazadan, belâdan, tembellikten, âcizlikten, zelil olmaktan, zulüm etmekten ve zulüm görmekten, cimrilikten, müsriflikten, azdıran zenginlikten ve doğru yoldan ayrılmaya sebep olan fakirlikten, şeytan ve nefsin şerrinden, düşmanın galebesinden, kötü huydan, bidat işlemekten, dalâlete düşmekten, halis olmayan amelden, her çeşit günahtan, küfre girmekten, ölürken gelecek fitnelerden, kabir azabından, dinimize ve dünyamıza zarar verecek işlerden sana sığındık, bunlardan bizleri koru!..
Yâ Rabbî!.. Ana babamıza, evlâtlarımıza, akraba ve bütün din kardeşlerimize hayırlı ömürler, güzel huy, akl-ı selim, sıhhat, afiyet, hidayet ve istikamet ihsan eyle! Bize sarsılmaz bir iman, güzel bir ahlâk, şükredici bir kalb, sabredici beden, zikredici dil, kaza ve kaderine rıza gösteren hayırlı ömür, dünya ve ahirette güzellik ihsan et! Hastalarımıza şifa, dertlilerimize deva ihsan eyle! Bizi şeytanın, nefsin ve düşmanların şerrinden muhafaza eyle! İlmimizi, ihlasımızı, kabiliyetimizi artır! Yapmaya çalıştığımız ibâdetlerimizi kabul eyle!
Yâ Rabbî!.. Kendi sevgini, sevdiklerinin sevgisini, Ehl-i Beytin, Eshâb-ı Kirâmın, bütün evliyâ ve enbiyânın sevgisini ve sevgine kavuşturacak amel ve işleri nasip eyle!
Yâ Rabbî!.. Bize hakkı hak, bâtılı bâtıl olarak göster! Dinine severek hizmet etmeyi, kul borçlarını ödemeyi ve şehit olarak ölmeyi nasip eyle!
Yâ Rabbî!.. Bu vatanı bizlere bırakan ecdâdımızın ruhunu şâd eyle! Memleketimize hizmetleri geçmiş ve Allah rızası için harp etmiş dedelerimize rahmet eyle! Yurdumuzu her çeşit düşmandan koru! Sen her şeye kâdirsin!
Duâlarımızı kabul eyle Yâ Rabbî!.. ” (Amin!)
Devamını Oku

Anne Babaya Hizmetin Önemi ?

İki kardeş vardı. Yatalak annelerine bir gece biri, diğer gece öteki bakacaktı. Öyle anlaşmışlardı. Âbid olan nâfile ibâdete çok düşkündü, sabaha kadar ibâdet ederdi.
Bunun için, kardeşine; “Bugün de anneme sen hizmete devam et, ben de yine ibâdet edeyim.” derdi. Annesine bakma sırası hiç ona gelmezdi. Kardeşi, onun da sevap kazanması için âbid olan kardeşine, bazen; “Bugün sıra sende.” derdi. Bu âbid genç, rica eder, sabaha kadar ibâdetle meşgul olurdu.
Yine bir gece sabaha kadar yaptığı ibadetten duyduğu hazdan dolayı kardeşine, her zaman olduğu gibi sırayı bozarak; “Bu gece de bana izin ver, ibâdet edeyim.” dedi. Kardeşi kabul edip annesine hizmete gidince, bu ibâdet etmeye koyuldu.
Bir ara uyuya kaldı ve bir rüyâ gördü. Rüyâsında nuranî yüzlü bir zat buna dedi ki:
- Kardeşin affedildi.
Genç merakla sordu:
- Ben niye affedilmedim?
- Sen de affedildin ama, kardeşinin yüzünden affedildin.
- Ben Allahü teâlâya ibâdet ediyorum. Kardeşim ise anneme hizmet ediyor. Fakat benim onun yüzünden affedilmemin hikmeti nedir?
O zat dedi ki:
- Allahü teâlâ size nâfile ibâdeti farz kılmadı, ama ana babaya iyiliği hizmeti farz kıldı. Üstelik annenin hizmete ihtiyacı var. Kardeşin emre uyduğu için kazandı ve yükseldi. Onun sayesinde sen de affedildin.
Devamını Oku

6 Kasım 2012 Salı

Hâtim-i Esam Hazretelerinin Namazı ?

Üsâm bin Yusuf hazretleri, Hâtim-i Esam hazretlerinin mescidine geldi. Hâtim-i Esam’a sordu:
- Siz namazı nasıl kılarsınız?
- Namaz vakti gelince, hem zâhiren hem de bâtınen abdest alırım.
- Bu iki abdest, nasıl olur?
- Zâhirî abdest, belli organlarımı su ile yıkarım. Bâtınî abdeste gelince, organlarımı tevbe, pişmanlık ile; dünya ve baş olma sevgisini, mahlûkun övmesini, kin ve hasedi terketmek sûretiyle yıkarım.
Kâbe’yi gözümün önünde tutarım, Allahü teâlânın beni gördüğünü düşünürüm. Cennetin sağımda, Cehennemin solumda, Azrâil aleyhisselâmın arkamda olduğunu ve sanki ayağımı Sırat Köprüsü’ne koymuş olduğumu, kıldığım bu namazın son namazım olduğunu kabul ederim. Sonra niyet eder, tekbir alırım. Namazda okurken, tefekkür ederek okurum. Tevâzu ile rükûa giderim. Tazarrû ve yakarma hâlinde secde yaparım. Ümit ile teşehhüdde otururum. İhlâs ile selâm veririm. İşte 30 seneden beri benim kıldığım namaz böyledir.
Bunun üzerine Üsâm bin Yusuf hazretleri buyurdu ki: “Bunu herkes yapamaz.” dedi.
Devamını Oku

Namazdan Sonra Okunacak Dualar

* Her namazdan sonra 70 defa “Estağfirullah”, okuyanı ve yanındakileri, dertlerden, sıkıntılardan, hastalıklardan kurtarır.
* Namazların sonundaki duâdan sonra, her biri Besmele ile 11 İhlâs ve 1’er defa Kule’ûzü’ler okunur. Sonra 67 defa da yalnız “Estağfirullah” okunur. Sonra 10 defa; “Sübhânallahi ve bihamdihi sübhânallahil’azîm.” denir. En sonra da; “Sübhâne Rabbike...” âyeti kerîmesi okunur.
* 40 gün sabah namazının sünneti ile farzı arasında 41 defa Fâtiha, (Besmelenin sonundaki Mîm, Fâtihanın Lâm harfi ile birlikte) okunur. (Yani, Rahîm-ilhamdü denir.) Sonra yapılan duâ kabul olur.
* Sabah namazı sonunda, 10 defa; “Lâ ilâhe illallah vahdehu lâşerîkeleh lehülmülkü ve lehülhamdü yuhyî ve yümît ve hüve alâ külli şey’in kadîr.” okuyana çok sevap verileceği, hadîsi şerîfte bildirildi.
* Teheccüd zamanında ve her zaman 100 defa; “Estağfirullâhel’azîm ellezî lâ ilâhe illâ hüv el hayyel kayyûme ve etûbü ileyh.” demelidir. Bunu ikindi namazında duâdan sonra 100 defa okumalıdır.
Hadîsi şerîflerde buyuruldu ki: 
* “Bir Müslüman, Cuma günü gusül abdesti alıp, Cuma namazına giderse, bir haftalık günahları affolur ve her adımı için sevap verilir.”
* “Bir kimse namaz sonunda, 3 defa; (Sübhâne Rabbike âyeti kerîmesini) okursa, yetişir miktarda sevaba kavuşur.”
* “Cuma namazından sonra, 7 defa; “İhlâs” ve “Mu’avvizeteyn” (Kule’ûzü’leri) okuyanı, Allahü teâlâ, bir hafta, kazadan, belâdan ve kötü işlerden korur.”
* “Cuma günü sabah namazından önce, 3 defa (Estağfirullahel’azîm ellezî lâ ilâhe illâ hüvel hayyelkayyûme ve etûbü ileyh.) okuyanın, kendinin ve anasının ve babasının bütün günahları affolur.”
KAYNAK: Tam İlmihâl Seâdeti Ebediyye
Devamını Oku

Kırk Evliyadan Biri


Eshâb-ı Kirâmdan Habbab bin Ered Hazretleri anlatıyor:
Hicretten önce üç beş arkadaşla beraber Resûlullahı aramaya çıktık. Kâbe’nin gölgesinde, yalnız başına, düşünceli bir şekilde otururken gördük. Selâm verip yanına oturduk. “Yâ Resûlallah, bu müşrikler, dininizden dönün diye bize çok işkence ediyorlar. Zor dayanıyoruz. Dayanma gücümüzün artması için bize duâ buyurun!” dedik. Resûlullah bize üç şey söyledi:
Birincisi: Sizden önceki ümmetlerden, iman eden birini, kazdıkları bir çukura beline kadar gömüp, “Dininden dön!” derler, vazgeçmem derse, onu ikiye biçip şehit ederlerdi. Siz de sabredin!
İkincisi: Allahü teâlâ çok sevdiğine, çok yüksek makam vermek ister. Bu makama ibâdetle kavuşulamayacağı için, ona dert belâ gelir. Bu sayede yükselir.
Üçüncüsü: Şu üç şeyi yapan mümin, yaşayan 40 evliyadan biri olur: 1- Kadere rıza, 2- Derde, belâya sabır, 3- Buğd-i fillah.
Kaderde olan mutlaka başa gelir. O hâlde, kadere, dert ve belâya sabretmeyip isyan etmek, ahmaklıktır. Çünkü sabretmese de, o şey olacaktır.
Buğd-i fillah; Allah düşmanlarını düşman bilip, onlara karşı tedbir almaktır. Düşmanın büyüğü ve küçüğü, içte ve dışta olanı var. En büyük düşmanı bilip, ona göre tedbir almalı. Dıştakiler bellidir, onlardan korunmak daha kolaydır. İç düşmandan korunmak çok zordur. Allahü teâlâ; “İçinizdeki nefsiniz, benim en büyük düşmanımdır!”  buyuruyor. İşte buğd-i fillah bu büyük düşmanla başlar, şeytanla devam eder. Belki kadere rıza, belâya sabır gösterilebilir, ama nefsimizi düşman bilip, ona muhalefet etmek çok zordur. Nefsin hilesi hiç bitmez. Kötü yayınlarla, kötü arkadaşlarla küfre sokmaya çalışır. Bir hadîs-i şerîfte; “Âhir zamanda imanı korumak, elde ateş tutmak gibi zor olur.” buyuruluyor. Tutsa eli yanar, bıraksa ateş söner, yani imanı gider. İmanı var sanıp, imansız olmak daha kötüdür. Bir sözle iman gider de, haberi olmaz.
Devamını Oku

5 Kasım 2012 Pazartesi

Rabia`tül-Adeviyye K.S. Hayatı ve Hikmetli Sözleri

Tâbiînden ve hanım velîlerin büyüklerindendir. Doğum târihi bilinmemektedir. 752 (H. 135) yılında Kudüs civârında vefât etti.
Babası İsmâil'in üç kızı vardı. Bir tane daha doğunca adını Râbia (dördüncü) koydu. Babası   çok fakir olduğundan Râbia doğduğu gece evde ihtiyaç olan şeylerden hiçbiri yoktu. Bu duruma annesi çok ağlayıp mahzûn oldu. Efendisine; "Filân komşuya gidip, bir mikdar kandil yağı isteyebilir misin?" dedi. Hazret-i Râbia'nın babası, Allahü teâlâdan başka kimseden bir şey istememeğe söz vermişti. Bununla beraber hanımını üzmemek için komşuya gitti. Kapıya elini sürdü ve geri gelip; "Kapı açılmadı" deyince hanımı ağladı. O da çok üzüldü. Babası, başını dizine dayadı ve öylece uyuya kaldı. Rüyâsında Peygamber efendimizi gördü. Peygamber efendimiz, kendisine buyurdu ki: "Hiç üzülme! Bu kızın, öyle bir hanım olacak ki, ümmetimden yetmiş bin kişiye şefâat edecek. Yârın bir kâğıda şöyle yaz: "Sen her gece Peygamber efendimize yüz salevât-ı şerîfe, Cumâ geceleri de dört yüz salevât gönderirdin. Bu Cumâ gecesi unuttun. Bunun keffâreti olarak, bu yazıyı sana getiren zâta dört yüz altını helâl parandan ver." Sonra Basra vâlisi Îsâ Zâdân'a git. O yazıyı ver." Hazret-i Râbia'nın babası uyandığında, Peygamber efendimizi görmenin şevkiyle ağlıyordu. Hemen kalktı, denileni yaptı ve Îsâ Zâdân'ın yanına gitti. Vâli mektubu alınca, Resûlullah efendimizin kendisini hatırlamasının şükrü için, binlerce altını fakirlere sadaka verdi. Râbia-tül Adeviyye'nin babası İsmâil
Devamını Oku

Kabir Ehli Dünyadan Nasıl Haberdar Olur ?

Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) buyurdular:
Bir mü'minin ruhu kabzolunduğu vakit, evvelce Allâhü Teâlâ'nın rahmetine ermiş olanlar, (dünyada, müjdeci nasıl sevinçle karşılanırsa öyle karşılayıp) onun yanına toplanırlar. Birbirlerine, "Ona müsaade veriniz, biraz istirahat etsin." derler. Ona az bir zaman mühlet verirler.
Sonra onlar -ölülerin ruhları- yanına gelip dünyada bulunan akraba, ahbab ve dostlarından haber sorarlar. O mü'min de, dünyada kalanların iyi hallerinden ve salih amellerinden veyahud, kötü hallerinden ve amellerinden haber verir.
Onlar (hâlâ dünyada olduğunu zannettikleri), bir adamdan sual ederler. Hâlbuki o adam âhirete gitmiş ve çok sene de geçmiştir. Yeni gelen mü'min onlara "Sizin sorduğunuz kişi benden evvel vefat etti" diye haber verince, onlar vaziyeti (onun hâtimesinin kötü olduğunu) anlayarak istircâ ederler; (yani, innâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn derler.) İmanın vasıtalarını öğretmediği için onun atasını ve kendisini kötülerler.

Devamını Oku

Cehâlet Ve İlim Hakkında Âlimlerin Hikmetli Sözleri

1-"İlim öğrenmek için gayret et! Zira, annesinden âlim olarak doğmuş hiç kimse yoktur. Her âlim, ilmi gayret ve çalışma ile tahsil etmiştir. Sen de gayret edip ilim tahsil et! Zira âlim, câhil gibi değildir. İlmi olmayan kimse her ne kadar kavminin büyüğü olsa bile, insanlar nezdinde küçük ve itibarsız olur."
2-"Cehâlet, mertebe sahiplerinin rütbesini, makam sahiblerinin de heybet ve büyüklüğünü küçültür."
3-"Cehâlet bir binektir ki, her kim binerse sürçer, her kim de ona arkadaş olursa dalâlete, sapıklığa düşer."
4-"Her kim göğüs bahçesine ilim ağacı dikerse, ululuk meyvesini;
Her kim zühd ve takvâ ağacı dikerse, izzet meyvesini;
Her kim ihsan ağacı dikerse, muhabbet meyvesini;
Her kim fikir ve düşünce ağacı dikerse, hikmet meyvesini elde eder.
Her kim vakar ağacı dikerse, heybet meyvesini;
Her kim dostluk fidanını dikerse, selâmet meyvesini;
Her kim kibir ağacını dikerse, öfke meyvesini;
Her kim hırs ve aç gözlülük fidanını dikerse rezâlet ve zillet meyvesini;
Her kim hased ağacını dikerse, hüzün ve keder meyvesini elde eder."
Ebu'n-Necîb der ki: "Âlimlerden bazısı bana dediler ki: "Ey birâder! Eğer âlim isen, ilim yüceliğini arttırır. Eğer itibarsız isen, ilim seni şerefli edip yüceltir. Gücün yettiğince cehaletten kaçın; zira cehâlet yüksektekileri alçaltır."
Devamını Oku

Cemaatle Namaz Kılmanın Fazileti

Cemâatle namaz kılmanın tek başına kılınan namazdan üstün olmasının sebeplerini 
İbn-i Hacer (rh.) hadîs-i şerîflerden toplayarak şöyle sıralamıştır: 
Müezzinin cemaatle namaz davetine icabet etmek, namazları en faziletli vakitlerinde kılmak, Mescide vakar ile yürümek, duâ ile mescide girmek, mescide girdiğinde tahiyye namazı kılmak, bütün bunlar cemaatle namaza niyet etmekle hâsıl olur.
Cemâatle namazı beklemek ve ibâdette yardımlaşmak.
Meleklerin ona dua, istiğfar etmeleri ve şâhid olmaları
Kâmete icâbet etmek, kâmet getirilirken şeytan kaçtığı için ondan selâmet bulmak.
İmamın iftitah tekbirini bekleyerek onunla namaza başlamak. Namaz saflarını düzeltip boşlukları doldurmak.
İmam “Semiallâhü limen hamideh” dediğinde “Rabbenâ leke'l-hamd” demek.
Namazda hatadan emin olmak; imamın hatasını da tesbîh ile (Sübhânallah diyerek) veya kıraat ile düzeltmek.
Huşûun hasıl olması ve huşuu bozan şeylerden kurtulmak.
Kılık kıyafeti güzel ve temiz olmak. (Ashâb-ı kirâmın imkânlarına göre iki elbiseleri olurdu, biri günlük giydikleri, biri de namaz için giydikleri en iyi elbiseleri idi)
Meleklerin onları kuşatması...
Devamını Oku

Bedir Gazası ?

İslâm'da her şeyden evvel muteber olan îman kuvvetidir. Galibiyet dâimâ bu kuvvet ile kazanılır. İslâm'ın ilk zamanlarında îman kuvveti o kadar sağlam ve samimî idi ki, bir Müslüman asker on kâfire bedeldi. 
“Eğer sizden yirmi sabırlı kişi bulunursa iki yüz kâfire galebe çalarlar.” meâlindeki (Enfâl Sûresi, 65.) âyet-i kerîmesi bu hakikati ifade eder. 
Bedir Harbi'nde Müslümanlar 313 cengâverden ibaretti. Silâh ve yiyecekleri de az idi. Kureyş ordusu ise tepeden tırnağa kadar silahlı bin kişiden müteşekkildi. İçlerinde 100 tane süvari vardı. Ebu Leheb’den başka bütün Kureyş reisleri harbe iştirak etmişlerdi. Vaziyet çok tehlikeli idi. Resûlüllah (s.a.v.): “Ya Rabbi, bugün vaadini yerine getir!” diye secdeye kapanıp duâ etmiş: “Ya Rabbi, şu birkaç can da bugün telef olursa artık kıyâmet gününe kadar sana kulluk edecek kimse kalmaz.” diye iltica ediyordu. 
Neticede bu samimî niyaz, bu candan iltica kabul olundu. Hak Teâlâ Hazretleri: (meâlen) “O topluluk muhakkak bozulacak ve arkalarına dönüp kaçacaklardır.” (Kamer Sûresi, âyet 45) buyurdu. 
Nihayet harp oldu. Cenâb-ı Hak gökten bin melek indirerek Müslümanlara yardım gönderdi. Müşrikler yenildi ve Âs bin Hişam, Ebu Cehil, Şeybe, Ümeyye bin Halef gibi belli başlı bütün reisleri de dâhil harp sahasında 70 ölü, bir o kadar da esir bırakarak çekildiler. Müslümanlar ise altısı muhacirlerden, sekizi ensardan olmak üzere 14 şehid verdiler. 
Devamını Oku

Cafer-İ Sâdık'ın (R.A.) Vasiyetleri

"Ey oğul! Sana yapacağım şu nasîhatimi tut ve sözümü unutma! Eğer bu nasihatleri tutarsan mutlu yaşar, hamdederek vefat edersin.
Ey oğul! Başkasının gizli hallerini ifşa edenin kendi evindeki ayıpları açığa çıkar. İsyân kılıcını çeken, onunla öldürülür. Kardeşi için kuyu kazan, kendisi o çukura düşer. Kötü ahlâklı kimselerle içli dışlı olan, hakir olur. Alimlerle bulunan ise akıllı ve vakarlı olur. Fenalıkların işlendiği yerlere giren, o fenalıkla itham olunur. 
Ey oğul! İnsanları hor görme, yoksa seni de hor görürler. Seni alakadar etmeyen şeylere karışma, yoksa zelîl olursun.
Ey oğul! Lehine de aleyhine de olsa doğruyu söyle ki ahbabların arasında güvenilir olursun.
Ey oğul! Allâh’ın Kitabı'nı oku, selâmı yay, iyiliği emret, kötülükten sakındır. Senden bağını kesene sen yakınlaş. Seninle konuşmayanla önce sen konuş. Senden isteyene ver.
Sakın laf taşıyıcılık etme. Zira o, insanların kalplerine kin bağlatır. İnsanların ayıplarını ifşâ etmeye çalışma. İnsanların ayıbını araştıran sonunda kendisi hedef olur.
Ey oğul! Hangi iyiliği ararsan onun madenlerini ara. Zira her iyiliğin madenleri, madenlerin kökleri, köklerin dalları, dalların da meyveleri vardır. Kök olmadan meyve olmadığı gibi, güzel maden olmazsa kök de sâbit olmaz.
Ey oğul! Eğer birisini ziyaret edeceksen hayırlı insanları ziyaret et! Fenalıkla bilinen kimseleri ziyaret etme! Çünkü onlar, suyunu akıtmayan sert kaya gibidirler. Yapraksız ve meyvesiz ağaca, yeşillik bitirmeyen çorak toprağa benzerler." 

Devamını Oku

Tilavet Secdesi ?

Kur'ân-ı Kerîm’de on dört secde âyeti vardır ki bunlardan birini okuyan veya işiten her mükellef için secde lazım gelir. Tilavet secdesinin rüknü -Allâhü Teâlâ’yı tazim, tevâzu ve secdeden kaçınanlara muhalefet için- alnı yere koymaktır.
Tilâvet secdesi için eller kaldırılmadan “Allâhü ekber” denilerek secdeye varılır, secdede üç kere “Sübhâne rabbiye’l-'alâ” denilir. Sonra da “Allâhü ekber” denilerek secdeden kalkılır. 
Tilâvet secdesine ayaktan inilmesi ve bu secdeden kalkarken ayağa kadar kalkılması ve böyle ayağa kalkarken ‘Gufrâneke Rabbenâ ve ileyke'l-masîr’ denilmesi müstehaptır. Bu secdeye inilirken ve kalkılırken alınan tekbirler de müstehabtır. Asıl secde ise vacibdir.
Niyet şarttır. Fakat hangi secdenin hangi secde âyetine ait olduğunu tayine ihtiyaç yoktur. 
Tilâvet secdesi, secde âyetini okuyana vacib olduğu gibi bunu dinleyene de vacibtir. İster dinlemeyi kast etsin ister etmesin. Bu secdeyi yapan sevaba erer, terk eden ise bir vecibeyi terk ettiği için günaha girer. 
Secde âyeti okunur okunmaz hemen secde edilmesi lazım değildir. Bir müddet sonra da yapılabilir. Ancak bir zaruret bulunmadıkça tehir edilmesi tenzihen mekruhtur. 
Bir sureyi okurken içindeki secde âyetinin bırakılması mekruhtur. Çünkü bu, secdeden bir nevi kaçınmak demektir.
Secde âyetinin hecelenerek okunmasıyla veya sadece yazılmasıyla veya teleffuz edilmeksizin sadece yazısına bakılmasıyla secde lazım gelmez. Çünkü bu haller okumak sayılmaz. 
Bir secde âyeti, bir mecliste tekrar tekrar okunsa bir kere secde edilmesi yeterlidir. Fakat başka başka secde âyetleri okunursa veya farklı meclislerde okunursa her okunan âyet için ayrı ayrı secde lâzım gelir. 

Devamını Oku

ŞÂH-I NAKŞİBEND HAZRETLERİ KİMDİR ?

Muhammed Bahâüddîn Şâh-ı Nakşibend (k.s.) Hazretleri, “Silsile-i Sâdât'ın on beşinci halkasıdır. Silsilenin on dördüncü halkası olan Seyyid Emir Kilâl Hazretleri'nin halîfesi, silsilenin on altıncı halkası olan Alâuddin Attar (k.s.) Hazretleri'nin üstazıdır. Künyesi, Muhammed Bahâüddin Şâh-ı Nakşibend el-Üveysî el-Buhârî'dir (Kaddesallâhu sirrahu'l-azîz). 718 (m.1318) senesinde dünyâya geldi ve 791 (m.1389) senesinde Rebîu'l-evvel ayının üçünde, pazartesi günü vefât etti. 
Hazret-i Hace'nin dosdoğru halleri, Resûlullah Efendimiz’in sünnetine göre amelleri Buhara'da yayıldı. Âlimlerin çoğu Hazret-i Hace'nin sohbetine meylettiler; kendisinin sevenleri oldular. O vakitte âlimlerin önde geleni Buhara'da Mevlâna Hüsameddin Asilî ve Mevlâna Hamideddin Şaşî idi. Bilhassa, Mevlâna Hüsameddin, Hace'nin doğru hallerini, güzel işlerini olduğu gibi gördüğünden, medreseyi ve dersi bıraktı. Onun sohbetine devam etmeye başladı. Onu tanıyanlar ileri geri bazı sözler söylediler.
Mevlâna Hamideddin, Hazret-i Hâce'nin hakkı batıldan ayırma hususunda ciddiyetini bildiği için bir meclis kurdu. Şâh-ı Nakşıbend hazretleri onların da hazır bulundukları mecliste “Biz, Hak talibiyiz. Gayemiz odur ki, bizim girdiğimiz yol, Resûlullâh Efendimiz Mustafa'nın yolu ola ve sünnete tabi olmak, hakkı batıldan ayırmak üzere ola. Sizler ise bu zamanın ardınca gidilen kimselerisiniz. Kur'ân’ın emri, Resûlullah Efendimiz’in hadîs-i şerîfleri, Ashâbın halleri sizden öğrenilir. Bizim yolumuz kitab ve sünnete arz olunsun; eğer uygunsa onunla amel edilsin; uygun değilse ondan dönülsün” buyurdular. 

Devamını Oku

4 Kasım 2012 Pazar

Mazlumun duâsı


Mazlûmun bedduâsından sakınmalıdır. Zulüm ateşi ile karşı karşıya gelen kimsenin içi yanar, bedduâ yapmak zorunda kalır. Duâsı kabûl mahallinde olur.
Ebüdderdâ hazretleri buyurdu ki: Mazlûmun bedduâsından,âhından ve yetîmin gözyaşlarından sakının. Çünkü insanlar rahat uykuda iken onlar dert, sıkıntı, üzüntü içindeler.
Bir müslümanın kâfir olması için duâ edenin kendisi kâfir olur. Zâlimden başkasına bedduâ etmek harâmdır. Zâlime, zulmü kadar bedduâ etmek câiz olur. Câiz olan birşeyin miktarı, özrün miktarı kadar olur. Zâlime de bedduâ etmemek, sabır etmek ve hattâ, affetmek daha iyidir.
Çok önceleri, Horasan ilinin çok âdil bir valisi vardı. Adı, Abdullah bin Tahir. Bu valinin jandarmaları birgün bir kaç hırsız yakalamış, vâliye bildirmişlerdi... Getirilirken hırsızlardan birisi kaçtı. Hadisenin olduğu sırada Hiratlı bir demirci de Nişabur'a gitmişti. Bir zaman sonra evine dönerken, yolu Horasan'dan geçiyordu...
Devamını Oku

Herkese hayır duâ etmelidir


Ma'rûf-i Kerhî hazretleri, birgün talebeleriyle hurmalıkta oturuyordu. Bu esnada Dicle nehrinden bir kayık geliyordu. Kayıktaki birkaç genç, içip içip nârâlar atıyorlardı. Bu hoş olmayan manzara karşısında talebeleri dediler ki:
- Efendim, duâ edin de Allahü teâlâ bu kendini bilmezleri nehrinde boğsun, insanlar da böyle zararlı kimselerden kurtulsunlar.
Bunun üzerine kayıktakilere şöyle duâ etti:
- Yâ Rabbî! Sen bu kullarını dünyada neş'elendirdiğin gibi âhırette de neş'elendir.
Talebeler bu duâya bir ma'nâ veremediler. Kendisine sordular:
- Efendim, böyle duâ etmenizin hikmetini anlayamadık. İzâh eder misiniz?
- Bekleyiniz! Söylediklerimin sırrı şimdi ortaya çıkar.
Talebeler dikkatle kayıktakileri takip etmeye başladılar. Kayıktakiler, kıyıya çıkınca, Ma'rûf-i Kerhî hazretlerini gördüler. Birden ne yapacaklarını şaşırdılar. Daha o, kendilerine birşey söylemeden, ellerindeki sazı kırdılar, içkileri attılar. Huzûruna gelip tevbe ettiler.
Devamını Oku

Duâ etmenin âdâbı


1- Abdest alıp, diz üstüne, kıbleye karşı oturup, elleri göğüs hizâsında ileri uzatıp, avuçları semaya karşı açıp, Peygamberlere ve Evliyâya tevessül ederek, Onların hatırları ve hurmetleri için istemeli, sonunda “Âmîn” demelidir. Herşeyden önce, af ve mağfiret ve âfiyet için duâ etmelidir. Bunların hepsini ihtivâ eden çok kıymetli duâ, “Allahümme rabbenâ âti-nâ fiddünyâ haseneten ve fil-âhıreti haseneten ve kı-nâ azâbennâr”dır.
Kendisi, hanımı ve evladı için zararlı duâ yapmamalı. Hacetlere, dileklere kavuşmak için, iki rekat namaz kılıp, sevabını din büyüklerinin ruhlarına göndermeli, silsile-i aliyye denilen büyük âlimlerin ruhlarına hediye etmeli, bunların hürmeti için diyerek duâ etmelidir!

2- Önce günahlara tevbe etmeli, istigfar okumalı, sadaka vermeli, hamd ve salevat okumalı, duâyı üçten fazla söylemeli! İbni Mes’ud hazretleri, “ Resûlullah duâ ettiği zaman üç defa tekrarlardı.” buyurmuştur. Kabul olmadı diyerek ümit kesmemeli, kabul olana kadar uzun zaman tekrar etmelidir!
Devamını Oku

DUÂNIN KABUL EDİLMESİNİN ŞARTLARI


1- Düzgün bir imana, Ehli sünnet itikadına  sahip olmalıdır.
Hadis-i şerifte, “Bid'at ehlinin duâsı ve ibâdetleri kabul olmaz.” buyuruldu. Bunun için Peygamber Efendimiz ve Eshabı gibi Ehli sünnet itikatına sahip olmamız lâzımdır. Ehli sünnete göre; Îman artmaz ve azalmaz. Büyük günah işlemekle îman gitmez.Gayba îman esastır. Allahü teâlâ Cennette görülecektir. Ameller (İbâdetler) îmandan parça değildir. Amelde dört mezhebden birine tâbi olmak şarttır. Eshâb-ı kirâmın ve ehl-i beytin ve Peygamberimizin zevcelerinin hepsini sevmek şarttır. Dört halîfenin üstünlükleri, hilâfet sırasına göredir.Namaz, oruç, sadaka gibi nâfile ibâdetlerin sevabını başkasına hediye etmek câizdir. Mîraç; ruh ve beden olarak yapılmıştır. Evliyânın kerâmeti haktır. Şefaat haktır. Mest üzerine mesh câizdir. Kabir suâli vardır. Kabir azâbı ruh ve bedene olacaktır.İnsanları ve işlerini de Allahü teâlâ yaratır. İnsanda irâde-i cüz'iyye vardır. Rızık, helâldan da olur, haramdan da olur. Velîlerin ruhları ile tevessül edilir ve onların hâtırına duâ edilir... (Daha geniş bilgi için “Seadet-i Ebediyye” isimli, bid’atlerden uzak, her türlü dini bilgiye havi ilmihal kitabına müracaat edilmelidir. Hakikat kitabevi – 0212 523 45 56)


2- Farzları yapıp haramlardan, kul hakkından sakınmalıdır!
İbrâhîm-i Edhem hazretlerine  sordular: “Allahü teâlâ, “Ey kullarım! Benden isteyiniz! Kabûl ederim, veririm” buyuruyor. Halbuki, istiyoruz, vermiyor? “
Devamını Oku

Dünyada yatırım yapmayı bilen, ahirete de yatırım yapsın.


Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
* Kalb Allahü teâlâya en yakın organdır Onun komşusudur. Kalb rahatsız olunca komşu da incinir. Kalb kırmayın. Hiç kimsenin kalbini incitmeyin. Bir çok kişi komşu yüzünden evini değiştirmiştir. Aman dikkat edin.

* İlim, amel ve ihlas şarttır. İlim yok, amel ve ihlasın olması mümkün değil. İlim var amel yok, yine olmaz. Hepsi var ihlas yok yine işe yaramaz. İlim de olacak amel de ve bu amel ihlas ile yapılacak.

* İhtiyarlara hizmet etmek çok büyük nimettir. Evinizde ihtiyar varsa bunu büyük nimet bilip çok hizmet edin, onları memnun edin, gönüllerini kazanın.

* Dini doğru bilmeyen insan topaca benzer. İp sarıp çeviren herkes döndürür.
Dinini bilmeyenin dini yok demektir.

* Kalbin Allahü teâlâdan başkasına meyletmesi, Allahü teâlânın azabını çabuklaştırır.

* Farz namazlarında yapılan dua, farz namazın nafile namaza olan üstünlüğü gibidir.

* Bir şeye ihtiyaç duyulduğu halde, çalışıp onu temin etmemek, çoluk çocuğu perişan bırakmak, cahillik ve tembelliktir.

* Nefsine uyan perişan olmuştur. Artık, yatıp kalkarken onun yoldaşı şeytandır.

* Almayı, vermekten daha tatlı gören, evliya olamaz.

* İnsanlar edebe, ilimden çok daha fazla muhtaçtır.
Devamını Oku

İlmihâlin önemi


Merhum hocamız Hüseyin Hilmi Işık buyuruyor ki:
Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye kitabını, İslâm âlimlerinin eserlerinden tercüme ederek hazırladık, içinde hüküm bildiren bize ait bir kelime yoktur. Bu yüzden çok kıymetlidir. Bu kitabı çok okumalı. Ben de devamlı okuyup istifâde ediyorum. Peygamber efendimiz, (Allahü teâlânın çok sevdiği kimse, dinini öğrenen ve başkalarına öğretendir) buyuruyor.

Şevahid-ün Nübüvve kitabında, (Allahü teâlâ, bir kulunu severse onu fıkıh ilmiyle meşgul eder. Sonra da fıkıh âlimi olur) buyuruluyor. Demek ki bu kitabı okumak, Allahü teâlâ tarafından sevilmiş olmanın alâmetidir. Sevilmemenin alâmeti de, malayani ile, faydasız veya zararlı şeylerle meşgul olmaktır.

Rastgele çok kitap okuyan sapıtır, yoldan çıkar. Ancak bir mürşid-i kâmil görmüşse, ondan hakkı bâtılı öğrenmişse, o kendini korur, onun çok kitap okumasının zararı olmaz.
Devamını Oku

Allahü teâlâ imana kefil değildir


Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:

* Allahü teâlâ rızka kefildir ama imana kefil değildir.

* Geçici lezzetlere, çabuk biten, tükenen dünyalıklara aldanmamalıdır.

* Kulluk; her an Allahü teâlâya muhtaç olduğunu bilmek ve Onun Resulüne tam tâbi olmaktır.

* Kur'an-ı kerim okunan eve bereket ve iyilik gelir. Melekler toplanıp, şeytanlar oradan kaçar.

* Nafile ibadetlerin, farzlar yanındaki kıymeti, okyanus yanında, bir damla su gibi bile değildir.

* Mal biriktirme hırsı olan kimseler, her zaman sıkıntı ve üzüntü içinde olurlar.

* Dua, müminin silahıdır ve dinin direğidir. Göklerin ve yerin nurudur.

* Allahü teâlâ günahları görür ve örter. İnsanlar ise, görmez ve söyler.
Devamını Oku

3 Kasım 2012 Cumartesi

Düşmanı tanımayan dostu bulamaz


Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:

* Düşmanını tanımayan dostunu bulamaz. Nefsini tanımayan Allah’ı tanıyamaz, nefsini tanıyan Allah’ı tanır. Nefsten kurtulmadıkça, insan kendini emniyette hissedemez. En büyük mücadele nefsle olmalıdır. Bu iş bir tarikat yolu değil, Allah’ın dinine sarılmak yoludur.

* Allahü teâlâ ile kullar arasındaki günahlar için şefaat, af çok ama, kullar arasındaki günahlara şefaat, af yok. Adalet var, mahkeme var. Haklı olsa bile insanlar mahkemeye gitmekten korkar. En iyisi sulh yapmak ister, mahkemeye düşmek istemez. Ya o haklı ise. Ahirete giderken borçlu gitmeyin. Alacaklı gidin. Zalim olmayın mazlum olun. Zalim verecek mazlum alacak. Sevaplarımızdan vereceğiz alacaklılara, yoksa onların günahlarını yükleneceğiz. (Ben haklıyım) diyen çok insan orada haksız çıkacaktır. 

* Bir kalb kırmak, senelerce ibadet, zikir sevabının hepsini alıp götürür. Dinimiz öyle yüce bir din ki, kâfirin dahi kalbini kırmak yok. Nerde kaldı ki Allah-Peygamber diyen bir Müslümanı kırmak.
Devamını Oku

Cahilin bedeni seyyar bir kabirdir


Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:


* Cahilin bedeni seyyar bir kabirdir. İlim öğrenmediği müddetçe gaflet uykusu içindedir. Ölünceye kadar uyanmaz.


* Âlim; sözü, işine uygun olandır. Âlim ilme doymaz.


* Âlim, cahili hemen tanır, çünkü daha önce o da cahildi. Cahil âlimi tanımaz, çünkü daha önce âlim değildi.


* Akıllı, ahireti dünya ile değişmeyendir.


* İstikametin başlangıcı gayret ve azim, ortası hidayet, sonu Cennettir.


* Başkalarını ziyaret ve onlara hediye vermek, kalblerin kilitlerini açan iki altın anahtardır.


* Birisinin aybını örtmek ona altın elbise giydirmekten daha hayırlıdır.


* Bir kimsenin malının olmaması önemli değildir, Allah için birkaç dostu varsa yeter.


* Kalbi gül gibi olanın sözleri ve davranışı ıtır gibi olur.


* Bir kulda dinimize ve insanlara hizmet ruhu ölünce namazını bile kılsa diri sayılmaz.


* Bolluk ve bereketi zenginler değil, yoksullar anlar.


* Bir Müslüman, diğer Müslümanın da, Allahü teâlânın seçtiği kul olduğunu unutmasın.


* Dünya hayaldir. Peşinde koşmamalı, koşana ahmak ya da gafil derler.

Devamını Oku

2 Kasım 2012 Cuma

ÂYETÜ’L-KÜRSÎ’NİN FAZİLETİ

Meali:
Allah… O’ndan başka İlah yoktur. Diridir, Kaimdir. O’nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. İzni olmaksızın O’nun Katında şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir. (Onlar ise) Dilediği kadarının dışında, O’nun ilminden hiçbir şeyi kavrayıp-kuşatamazlar. O’nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O’na güç gelmez. O, pek Yücedir, pek büyüktür.

Resûlullah Efendimiz (s.a.v) buyurdular:
“Allâhü Teâlâ, Âyetü'l-Kürsî, Fâtiha ve Âl-i İmran sûresinde geçen iki âyeti (18. ve 26. âyetlerini) inzal etmek isteyince, bunlar, arşa tutunarak: “Bizi, yeryüzüne, sana isyan edenlere mi indiriyorsun?” dediler. Allâhü Teâlâ şöyle buyurdu: “İzzetime ve celâlime yemin olsun ki kullarımdan her kim sizi her namazdan sonra okursa onun mekânını cennet yaparım. Ona, günde yetmiş kez (rahmetimle) bakarım ve yetmiş ihtiyacını gideririm. Bu giderdiğim ihtiyaçların en küçüğü, onu bağışlamak olacaktır.”
“Kim sıkıntı anında Âyetü'l-Kürsî ve Bakara Sûresi’nin son iki âyetini (Âmene’r-rasûlü...) okursa Allâhü Teâlâ ona sıkıntısında yardım eder.”
“Kim evinden çıkarken Âyetü'l-Kürsî okursa Allâhü Teâlâ ona yetmiş bin melek gönderir. Bu melekler onun için istiğfar ve duâ ederler...”
“Kim farz namazların sonunda Âyetü'l-Kürsî’yi okursa (eceli gelince) onun ruhunu Allâhü zulcelâl ve’l-ikram kabzeder. O şehit oluncaya kadar peygamberlerle omuz omuza çarpışan kimse gibidir.”
“Kim her farz namazdan sonra Âyetü'l-Kürsî’yi okursa onunla cennet arasında yalnız ölüm vardır.
Kişi yatağına geldiğinde Âyetü'l-Kürsî’yi okursa Allâhü Teâlâ onun kendisini, komşusunu ve çevresindeki hayvanları korur.”
Câbir b. Abdullah (r.a.) şöyle demiştir: “Kim evinden çıkarken Âyetü'l-Kürsî okursa Allâhü Teâlâ ona yetmiş melek tayin eder. Bu melekler, onu önünden, arkasından, sağından ve solundan korurlar. Eve dönmeden ölürse Allâhü Teâlâ ona yetmiş şehit sevabı yazar.”
Câfer-i Sâdık (r.a.) şöyle demiştir: “Kim Âyetü'l-Kürsî’yi bir kez okursa Allâhü Teâlâ dünyada ondan bin kötülüğü giderir ve onu fakirlikten kurtarır. Âhirette de bin kötülüğü ondan savar. Bunlardan en hafifi kabir azabıdır.” 





Devamını Oku

Sabretmenin Mükafatı Nedir ?

Allâhü Teâlâ “Sabredenlere mükâfatları elbette hesapsız olarak verilir.” (Zümer Sûresi, âyet 10) buyurmuştur. Bir hadîs-i kudsîde şöyle buyrulmaktadır:
“Kullarımdan kendisine, malına veya çocuğuna bir musibet vererek imtihan ettiğim ve güzel bir sabır gösterdiğini gördüğüm kulum için kıyâmet günü mizanı kurmaya ve hesap defteri açmaya hayâ ederim.”
Resûlullah (s.a.v) buyurdular:
• “Allâhü Teâlâ’nın farzlarını yerine getirmede sabır gösterene üç yüz derece verilir. 
Allâhü Teâlâ’nın haramlarına düşmeme hususunda sabır gösterene altı yüz derece vardır. 
Bir musibete sabredene ise dokuz yüz derece vardır.”
• “Mü’min erkek ve kadın ömrü boyunca kendisinde, çocuğunda ve malında sıkıntıya uğramaya devam eder. Böylece Allâhü Teâlâ’ya günahsız kavuşmuş olur.” 
• “Mü’mine -bir diken batması da olsa- isabet eden hiçbir yorgunluk, hastalık, keder ve hüzün yoktur ki Allâhü Teâlâ bu sıkıntı vesilesiyle onun hatalarını örtmesin.”
Abdullah bin Selam (r.a) buyurdular ki: “Kıyâmet günü bir nidacı “Sabredenler ayağa kalksın” diye seslenir.
İnsanlardan bir kısmı ayağa kalkar. Onlara “Haydi, cennete gidin” denir. Cennete doğru yöneldiklerinde melekler “Nereye gidiyorsunuz?” diye sorarlar. “Cennete!” cevabını alınca melekler “Hesap görülmeden önce mi?” derler. Onlar “Evet!” diye karşılık verir. Bunun üzerine melekler “Siz kimsiniz?” diye sorarlar. Bunlar da “Biz sabır ehliyiz.” derler. Melekler “Nasıl sabrettiniz?” diye sorarlar.

“Allâhü Teâlâ’ya itaat ve Allâhü Teâlâ’nın emirlerine isyan etmeme hususunda nefislerimize sabrettik. Dünyadaki bela ve sıkıntılara da sabırla göğüs gerdik.” derler. Bunun üzerine melekler “Sabretmiş olmanız sebebiyle selâm olsun size. Dünya yurdunun akıbeti (olan cennet) ne güzeldir!” meâlindeki (Ra’d Sûresinin, 24.) âyetini okurlar. 

Devamını Oku

HZ. ZEYNEB BİNTİ CAHŞ VÂLİDEMİZ ?

Zeyneb binti Cahş (r.anhâ) Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in mübârek hanımlarından ve ilk îmân edenlerdendir. Annesi, Resûlullâh’ın (s.a.v.) halası Umeyme’dir.
Câhiliye devrinde Arapların evlatlıklarının eşleri ile evlenmeleri yasak idi. Allâhü Teâlâ bu yasağı kaldırmak üzere Resûlullah’ın evlatlığı Hz. Zeyd'in (r.a.) boşadığı Hz. Zeyneb’i Resûlullah’a nikâhladı. Hz. Zeyneb, bunun için “Her kadını babası evlendirir. Beni ise, Allâhü Teâlâ nikâhladı.” diyerek iftihâr ederdi. Kendisinden yedi hadîs-i şerîf rivâyet olunmuştur.

Hz. Âişe (r. anhâ) validemiz “Dînde Zeyneb’den daha hayırlı, ondan daha çok Allâh’dan korkan, daha doğru sözlü, daha cömert ve sadaka vermek ve bununla Allâh’a yakın olmak için bütün gayretini sarf eden hiçbir kadın görmedim.” buyurmuştur. Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) âhirete irtihalinden sonra, kendisine tahsîs edilen parayı alınca, keselere koyar muhtaçlara ve yetimlere dağıtırdı.

Hz. Zeyneb (r. anhâ) evinde bizzat el emeğiyle bazı şeyler hazırlar ve onu satıp kazancını da sadaka olarak verirdi. Devamlı “Allâh’ım, beni şu malı (nefsim için) kabul ettiğim zamana ulaştırma. Zira o fitnedir.” derdi. Her ne vakit kendisine nakit para veya bir hediye gelse hemen akrabasının zayıflarına ve fakirlere sadaka olarak verirdi.

Resûlullâh’tan sonra, Ezvâc-ı Tâhirât’tan ilk vefât eden Hz. Zeyneb (r.anhâ)’dir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) kendisinden sonra en evvel onun vefât edeceğini “Sizlerden (Zevcelerimden) bana en önce kavuşacak olanı, en cömert olanıdır.” buyurarak haber verdi.

Hicretin yirminci yılında Hz. Ömer’in (r.a.) halîfeliği zamanında elli üç yaşında H. 20 (M. 640-641) yılında Medîne’de vefât etti. Kabri Medîne kabristanı olan Cennetü’l-bakî’dedir. (Radıyallâhu Teâlâ anha)
Devamını Oku

HZ. ÂİŞE-i SIDDÎKA (R.ANHÂ) VÂLİDEMİZ

Hz. Hatîce (r.anhâ) vâlidemizden sonra Resûlullâhın en faziletli zevcesi, Hz. Ebûbekr’in kızı Hz. Âişe radıyallâhü anhâ vâlidemizdir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’le dokuz sene beraber olmuş ve bu müddet zarfında gerek fiilî gerekse kavlî sünnetlere dâir rivâyetleri dînî bir çok meselenin kaynağı olmuştur. Kendisinden 2210 hadîs-i şerîf rivâyet edilmiştir. Fıkhımızın dörtte biri ondan rivâyet edilmiştir.
Ashâb-ı Kirâm bir hadîs-i şerîfte müşkilata düşseler ona sorarlardı.

Hz. Ali (k.v.), Hz. Âişe’den bir rivâyette bulunacağında “Bana Resûlullâh’ın sevgili (zevce)si Hz. Sıddîk’ın kızı (Âişe-i) Sıddîka haber verdi.” derdi.
Hz. Âişe vâlidemiz Peygamberimizin vefâtından sonra bir gün oruç tutar, bir gün yerdi. Gündüz ve geceleri çok namaz kılar ve çok sadaka verirdi. Hz. Muâviye’nin (r.a.) kendisine gönderdiği seksen bin dirhemi geldiği gibi fakirlere dağıtmış, yanında bir dirhem bile kalmamış idi. Kendisi de oruçlu olduğundan hizmetlisine iftar için bir şeyler hazırlamasını söyledi. O da sadece ekmek ve biraz zeytinyağı getirdi ve “Ey Mü’minlerin anası! O paradan bir dirhem ayırsaydın da biraz et alsam olmaz mı idi?” dedi. Hz. Âişe de “Eğer bana hatırlatsa idin öyle yapardım.” buyurdu.

Hz. Âişe vâlidemiz, kadınlara devamlı tavsiyelerde bulunurdu. Onlara şöyle tavsiye etmiş idi:
“Kadın üzerinde kocasının hakları vardır:

Kocasının döşeğinden çıkmaması, öfkeli zamanından sakınıp neşeli zamanını gözetmesi, kazandığında tutumlu olması, onun emrine asi gelmemesi, sırlarını saklaması, iffetli olup namusuna hıyânet etmemesidir. Kadın bunları yaparsa cennete girer.”
Hz. Âişe, hicretin elli yedinci senesi vefât etmiş olup kabri Medîne’de Cennetü’l-bakî’dedir. (Radıyallahü Teâlâ anhâ)
Devamını Oku

SALEVÂT GETİRMENİN FAZİLETİ

Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.)’e salevât okumaktan maksad, Allâh’ın emrine uymak ve Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in üzerimizdeki hakkını ödemektir.
Salevât: Allâh’dan rahmet, meleklerden istiğfâr ve mü’minlerden duâ demektir. Onun en kısa olanı “Allâhümme salli alâ Muhammed ve alâ âl-i Muhammed” demektir ki: “Ey Allâh’ım, Muhammed aleyhisselâmı dünyâda şerefli, namını yüce ve meşhûr, güzel dînini devamlı kıl, âhirette sevablarını sonsuz, kendisini her tâifeye şefaatçi, cennette yüksek ve nurlu vesîle makamına kavuşturmakla pek çok tazim eyle” demektir.
Hadîs-i Şerîfte şöyle buyuruldu:
• “Kıyâmet gününde üç sınıf kimse, gölgesinden başka gölgenin bulunmadığı arşın altında bulunurlar. Onlar ümmetimi sıkıntıdan kurtaran, sünnetlerimi ihyâ eden ve bana çok salevât getirendir.”

• Kim bana Cuma günü ve Cuma gecesi yüz defa salevât getirirse Allâh onun yüz ihtiyacını giderir. Onların yetmişi âhirete otuzu da dünyaya aittir. Sonra Allâhü Teâlâ bir melek vazifelendirir de size hediyelerin arz olunduğu gibi o salavatı bana arz eder. Muhakkak ben (salevat okuyanları) hayatımda bildiğim gibi vefâtımdan sonra da bilirim.
Hz. Ebûbekr (r.a.) buyurdu: “Resûlullâh’a salevât okumak, suyun ateşi söndürdüğü gibi günahları mahveder. Resûlullâh’a selâm, köle azad etmekten efdaldir. Resûlullâh’ı sevmek, Allâh yolunda cihad etmekten üstündür.

İbn-i Abdüsselâm dedi ki “Resûlullâh’a salevat okumanız, Allâh katında asla onun için şefaat istemek değildir. Allâh bize iyilik edene hayırlısı ile karşılık vermemizi ve karşılıktan âciz olduğumuza da hayır dua etmemizi emretti. Halbuki üzerimizde hesapsız hakkı olan habîbine başka bir şeyle karşılık vermekten aciz olduğumuzu bildiğinden salevat ile karşılık vermemizi emretti.” 

Devamını Oku

HZ. ÜMMÜHÂNÎ (RADIYALLAHU ANHÂ) KİMDİR ?

Ümmühânî (r.anhâ) hazretlerinin babası Resûlullâh Efendimizin (s.a.v.) amcası Ebû Tâlib, vâlidesi de Resûlullâh’ın pek sevdiği yengesi Fâtıma binti Esed’dir. Hz. Ali'nin ana ve baba bir, kız kardeşidir. Asıl ismi Fâhite’dir, künyesi Ümmühânî'dir. 
Hadis, fıkıh, siyer ilimlerinde çok şerefli ve müstesna bir mevkii vardır. Hz. Ümmühânî kırk yedi adet hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Rivayeti kuvvetli ve adaleti sabit olan râvilerdendir. 
Mirac mucizesi bu mümtaz hanımın evinde cereyan etmiştir.
Mekke’de iken Resûlullâh’a îman etmiş, lakin imanını gizlemişti. Hicretin sekizinci senesinde Mekke'nin fethinde Resûlullâha bîat edenlerdendir. Kocası Mekke'nin fethinden sonra Müslüman olmayıp Necrân'a kaçmıştı. Ümmühani, çocukları ile beraber çok zorda kaldı. Bunun üzerine Resûlullâh onu nikâhına almak istedi.
Hz. Ümmühani, bu teklife evet diyememekle beraber şöyle bir mazeret beyan etti ve: “Vallahi ben peygamberliğinden önce de Resûlullâha hürmet eder ve severdim. Nasıl olur ki İslâmiyet zamanında hürmet ve muhabbet etmeyeyim. Resûlullâh benim gözümden de, kulağımdan da bana daha sevgilidir. Ancak ben yalnız başıma değilim, benim yanımda çocuklarım vardır. Ben elbette takdir ederim ki Resûlullâh’ın hakkı çok büyüktür. Eğer ben peygamberin haklarına riayet edeyim dersem, o zaman yetimlerin haklarını zayi edeceğimden korkuyorum. Eğer yetimlerin haklarına riayet ve dikkat edeyim dersem o zaman Resûlullâh’ın hakkını zayi edeceğimden ve kendisine eza, cefa olacağından korkuyorum.” dedi. Bunun üzerine Fahr-i Âlem Efendimiz:
“Deveye binen kadınların en hayırlısı, Kureyş kabilesinin sâliha kadınlarıdır ki evlâtlarına çok düşkündürler. Evlâtları küçük iken dul kalırlar da evlenmezler ve aynı zamanda kocalarına fevkalâde hürmet ve itaat göstererek kusur etmemeye çalışırlar.” buyurdular. 
Hz. Ümmühanî, Hz. Muaviye (r.a.) zamanında Mekke’de vefat etmiştir. (Radıyallahu anhâ) 
Devamını Oku

İSLÂM, ÎMÂN VE İHSÂN

Hz. Ömer (r.a.) buyurdu ki: Birgün Resûlullâh (s.a.v.)'in huzurunda iken birden yanımıza elbisesi bembeyaz, saçı simsiyah bir zât çıkageldi. Üzerinde yolculuk eseri görülmüyor, bizden de kendisini kimse tanımıyordu. Doğru Resûlullah (s.a.v.)'in yanına oturdu ve dizlerini onun dizlerine dayadı, ellerini de dizlerinin üzerine koydu ve; “Yâ Muhammed! Bana İslâm'ın ne olduğunu haber ver.” dedi. Resûlullâh (s.a.v.) “İslâm; Allâh'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in (s.a.v.) de Allâh'ın Resûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman ve yoluna gücün yeterse Beytullâh'ı haccetmendir.” buyurdu.
O zât “Doğru söyledin.” dedi. Biz buna hayret ettik. (Zîrâ) hem soruyor hem de tasdîk ediyordu. 
“Bana îmândan haber ver.” dedi.
Resûlullâh (s.a.v.) “Allâh'a, Allâh'ın meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve âhiret gününe inanman, bir de kadere; hayrına ve şerrine inanmandır.” buyurdu. O zât (yine) “Doğru söyledin.” dedi. (Bu kere):
“Bana ihsândan haber ver.” dedi. 
Resûlullâh (s.a.v.) “Allâh'a, onu görüyormuşsun gibi ibâdet etmendir. Çünkü her ne kadar sen onu görmüyorsan da o seni muhakkak görür.” buyurdu.
O zât “Bana kıyâmetten haber ver.” dedi. 
Resûlullâh (s.a.v.) “Bu meselede sorulan, sorandan daha âlim değildir.” buyurdular.
“O halde bana onun alâmetlerinden (bâri) haber ver.” dedi. Peygamber Efendimiz (s.a.v.); “Câriyenin sâhibini (yâni kölenin efendisini) doğurması ve yalın ayak, çıplak, fakir koyun çobanlarının binâ yapmakta birbirleriyle yarış ettiklerini görmendir.” buyurdu. 
Sonra o zât gitti. Ben hayli bir müddet durdum. Nihâyet Resûlullâh (s.a.v.) bana “Yâ Ömer! O suâl soran zâtın kim olduğunu biliyor musun?” buyurdu. “Allah ve Resûlü daha iyi bilir.” dedim. “Muhakkak o Cebrâil idi. Size dîninizi öğretmeğe geldi.” buyurdular. 

Devamını Oku

EDİLLE-İ ŞER'İYYE; DÎNİN DELİLLERİ ?

Edille-i şer'iyye, dînî hükümlerin çıkarıldığı ve dayandığı kaynaklardır ki, bunlar dörttür.
Kitab: Kur'ân-ı Kerîm'dir ki, Peygamber Efendimiz'e (s.a.v.) Allâhü Teâlâ tarafından Cibrîl-i Emîn vâsıtası ile vahyedilmiştir.
Sünnet: Peygamberimiz'in mübârek sözleri, işledikleri ve başkaları tarafından yapılan işlerde o işi tasvip mâhiyetindeki sükûtlarıdır. Resûlü Ekrem'in mübârek sözlerine “Sünnet-i kavliye”, fiillerine “Sünnet-i fiiliye” denir. Yapıldığını gördüğü bir şeye karşı sükût edip red ve inkâr buyurmaması da bir “sünnet-i takririye”dir ki, o şeyin câiz olduğuna delâlet eder.
İcmâ-ı ümmet: Bir asırda, Ümmet-i Muhammed’in müctehidlerinin dinde, amelî bir mesele hakkında ittifak etmeleridir. 
Kıyâs-ı fukahâ: Bir hâdisenin kitap, sünnet ve icmâ-ı ümmetle sâbit olan hükmünü; aynı illete dayandırarak o hâdisenin tam benzerinde de ictihad yolu ile isbât etmekten ibârettir.
Devamını Oku

Dört Büyük Halife Kimdir ?

Hz. Ebûbekr (r.a.) Resûlullâh’ın (s.a.v.) birinci halîfesidir. Peygamberlerden sonra insanların ve bütün Ashâbın en fazîletlisidir. Resûlullâh’ın vefâtında herkes ne yapacağını şaşırmış iken o meydana çıkıp insanları bir merkezde toplamış ve zaman-ı saâdette olduğu gibi halkın idaresini yoluna koymuştur. Ayrıca dinden çıkanları bütün gayreti ile doğru yola koymuştur. Ondan sonra tavsiyesi üzerine Ashâb-ı Kirâm Hz. Ömer’e (r.a.) bîat ettiler ve o halîfe oldu. 
Hz. Ömer'in (r.a.) fetihleri ve İslâm’a hizmetleri çoktur. Sözünü dinletir, dînin emirlerini yerine getirmekte kimsenin kötülemesinden çekinmez ve hatır gözetmez, her hâl ve sözünde adâletle hareket ederdi. Akıllı, tedbîr sâhibi, kanâatkâr, sabırlı, âbid ve zâhid idi. Şehîd olduktan sonra vasiyeti üzere aşere-i mübeşşereden bir şûra toplandı ve Hz. Osman’ı (r.a.) halîfe seçtiler.
Hz. Osman (r.a.), fazîletli, âlim, âbid, sâlih, cömerd, kerîm, halîm, selîm ve herkesin sevgilisi idi. Hz. Sıddîk’ın daveti üzerine ilk îmân edenlerdendir. Önce Habeşistan’a sonra Medîne'ye hicret etti. İslâm'a malıyla çok hizmetler etmiştir. Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) onun için “Cennette benim refîkimdir, arkadaşımdır.” buyurdular. Hilâfet müddeti on iki seneden on iki gün noksandır. Şehîd olarak vefât etmiştir. Ondan sonra yine Ashâb-ı Kirâm’ın ısrârı ile Hz. Ali (r.a.) halîfe oldu.
Hz. Ali (r.a.), tam zühd ve takvâ yoluna giderdi. Halk müşkillerinde hep ona başvururdu. Fazîletine nihâyet yoktur. Lakin zamanı Hz. Ömer zamanı gibi değildi. Artık halk zengin olmuş, dünyâ sevgisi yayılmış fırkalar çıkmıştı. Nitekim Hz. Ali’nin şehâdetinden sonra Hz. Hasan hilâfet makamından ferağat etmiş ve Hz. Muâviye halife olmuştur. 
Hz. Muâviye (r.a.) Arab kavminin dâhîlerinden olup halîm (çok tahammüllü) ve ihsânı bol bir zât idi. O, dünyanın dört bir yanına İslâm'ı yaymış ve dîni hükümleri tatbîk ettirmiştir. 
Devamını Oku

HZ. DÂVUD (A.S.)’IN SUÂLLERİ

Allâhü Teâlâ Hazretleri buyurdu: “Ey Dâvud! Günahkârlara müjdele ve iyilere korku ver.” 
Dâvud (a.s.): “Ey Allâh’ım! Nasıl müjdeliyeyim ve nasıl korkutayım?” dedi.
Hak Teâlâ Hazretleri buyurdu: “Ey Dâvud: Günahkârlara söyle! Tövbe etsinler ve benden ümitlerini kesmesinler. İyi kullarıma da söyle! Onlar da ibadetlerine (güvenip) aldanmasınlar.” 
Hak Teâlâ Hazretleri yine buyurdu: “Ey Dâvud! Beni sev ve beni seveni sev, beni halka sevdir.”
Dâvud (a.s.) “Ey Rabbim! Seni severim ve seni seveni de severim. Seni halka nasıl sevdireyim?” dedi.
Allâhü Teâlâ Hazretleri buyurdu: “Ey Dâvud! Onların yanında beni ilâhî vasıflarımla anlat. Benim nimetlerimi ve ihsanlarımı onlara bildir ki, beni cömert, çok merhametli ve latîf zat olarak bilsinler.”
Dâvud (a.s.): “Allâh’ım! Mîzanı (Mahşerdeki ilâhî teraziyi) doldurmaya kimin gücü yeter?” dedi.
Hak Teâlâ Hazretleri: “Eğer ben bir kulumdan râzı olursam o mizanı bir hurma ile doldururum.” buyurdu.
Dâvud (a.s.): “Rabbim! Sırat’tan geçmeye kimin gücü yeter?” dedi,
Hak Teâlâ Hazretleri: “Ey Davud! Eğer bir kimse ömründe bir defa ‘Lâ ilâhe illallâh Muhammedün Resûlullâh’ dese, sıratı şimşek gibi geçer.” 
“Ey Dâvud! Bir kimse, benden kaçıp uzaklaşan bir kulumu benim huzuruma getirse ben onu âlimlerden sayar ve yazarım. Kimi âlimlerden yazarsam ona azâb etmem.” buyurdu.
Hak Tealâ Hazretleri buyurdu: “Ey Dâvud! Beni isteyen, beni dileyen bir kimse görürsen ona hizmetkâr ol. Ey Dâvud! Dünyanın kendilerini aldattığı âlimleri benden isteme. Onlar benim muhabbetimden çıkmışlar ve benim hâlis kullarımın yollarını benden kesmişlerdir. Onlar yol kesicilerdir.” 
Devamını Oku